2
10
3407
-
Dublin Core
The Dublin Core metadata element set is common to all Omeka records, including items, files, and collections. For more information see, http://dublincore.org/documents/dces/.
Extent
The size or duration of the resource.
3561
Title
A name given to the resource
“AKIL İLEAHMAK” KONSEPTLERİNİN KAZAK ATASÖZLERİNDE LİNGUAKÜLTÜREL YANSIMASI
Author
Author
İssayeva, Gulsinay
Abstract
A summary of the resource.
Thе studies of the early XXI century is characterized by the increasing attention to linguistic concepts inevitably raising the issues of mental human abilities. Obviously, there is not such sphere of human activity, wherever thet characteristic of cleverness or stupidity of a person isn’t met. Being a complex interweaving of intentional, cognitive and moral aspects, cleverness and stupidity accompany communication and are implemented in it. Quite understandable is the interest of researchers to the age-old problems of intelligence and stupidity. In the framework of cognitive linguistics, many changes in the semantic space of language are clear, they are derived from innovations in conceptual sphere, from the changes of human conceptions of the world. People often think by associations, focusing on the life experience the circumstances important for the sustenance, as well as focusing on sensory experience, on mythological ideas, and many other things not fitting logical syllogisms.Anthropological orientation of modern linguistics leading to the research, implemented at its junction with other disciplines determines the interdisciplinary status of the category of the concept used in two new paradigms: cognitive linguistics, and linguocultural studies, as well as structural and semantic direction. In addition, as a result of the review of the existing in domestic linguistics methods and techniques to identify and the describe the concepts, we conclude that cognitive scienc is stile a new direction and only develops the methodology of the study.This paper deals with the concept of objectification of cleverness and stupidity concepts in the Kazakh language world image and their paremiological analysis. The theme of the work is at the crossroads of the major subject areas of modern linguistics: cognitive linguistics, linguocultural studies, and linguoconceptology, and touches upon verbalized ideas of the inner world of a man as a carrier of the certain culture within the anthropocentric paradigm of humanities Keywords: Cleverness, Stupidity, Concept, Proverb
Date
A point or period of time associated with an event in the lifecycle of the resource
2014
Keywords
Keywords.
Conference or Workshop Item
PeerReviewed
PE English
-
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/eeb97bb2a09177e2a284fe08c32558ea.docx
c7ec1ccd92853a939c71472feb86c402
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/0ac6f7db94c549c5080dcb8678517c0f.pdf
acd7365685658dc4b9846712da2244de
PDF Text
Text
“ARZU-KAMBER” ÜZERİNE MUKAYESELİ BİR ARAŞTIRMA
Afaq RAMAZANOVA
Azerbaycan Milli Bilimler Akademisi, Folklor Enstitutusu, “Klassik Folklor” Bölümü, Bakü /
Azerbaycan
Anahtar Kelimeler: “Arzu Kamber”, halk hikâyesi, aşk, ortak yapı, bayatı-mani
ÖZET
Türk epik geleneğinde kendine özgü yeri olan ve sevilen destanlardan biri “Arzu
Kamber”dir. Azerbaycan edebiyat bilimciliğinde “bayatılı destan” (manili destan) gibi sunulan
bu folklor metni diğer Türk halklarında “hikâye”, “masal”, “halk hikayesi” adı altında ele
alınmaktadır. İlginçtir ki, hacimce çok büyük olmayan bu destan hemen hemen bütün Oğuz
Türkleri - Azerbaycanlılar, Türkler, Gagavuzlar, Türkmenler, Kerkük Türkmanları, Nogaylar,
Kırım tatarları, aynı zamanda Urumlar ve diğer Türk milletleri arasında bugüne dek de
yaşamaktadır. Bizim tarafımızdan bu destanın Türk halkları arasından 40`dan fazla varyantı
derlenmiştir. “Arzu-Kamber”in kapsadığı coğrafi bölge de çok geniştir –Rumınya`dan Gagavuz
iline dek, Azerbaycan`dan Türkmenistan`a, Türkiye`den Güney Azerbaycan`a kadar uzanan
geniş bir arazide yayılmış bu destanın benzersizliği onun poetik metinlerinin genel Türk
folklorunun lirik türlerinden olan manilerden oluşmasıdır. “Arzu Kamber”in çeşitli
varyantlarında yer alan şiirler-bayatılar, maniler vs. genellikle ortak veya benzerdir. “Arzu
Kamber”in konusu bir aşk hikâyesidir. Bildiride “Arzu Kamber”le ilgili aşağıdaki hususlara
dikkat çekilmiştir: “Arzu-Kamber” masalının-destanının yayılma coğrafyası, “Arzu-Kamber”in
yayılmış ve yayımlanmış varyantlarının istatistiği, “Arzu-Kamber”in varyantlarının yapı
bakımından mukayesesi, ortak olan bir yapının tespiti.
�
Dublin Core
The Dublin Core metadata element set is common to all Omeka records, including items, files, and collections. For more information see, http://dublincore.org/documents/dces/.
Extent
The size or duration of the resource.
2254
Title
A name given to the resource
“ARZU-KAMBER” ÜZERİNE MUKAYESELİ BİR ARAŞTIRMA
Author
Author
RAMAZANOVA, Afaq
Abstract
A summary of the resource.
Anahtar Kelimeler: “Arzu Kamber”, halk hikâyesi, aşk, ortak yapı, bayatı-mani ÖZET Türk epik geleneğinde kendine özgü yeri olan ve sevilen destanlardan biri “Arzu Kamber”dir. Azerbaycan edebiyat bilimciliğinde “bayatılı destan” (manili destan) gibi sunulan bu folklor metni diğer Türk halklarında “hikâye”, “masal”, “halk hikayesi” adı altında ele alınmaktadır. İlginçtir ki, hacimce çok büyük olmayan bu destan hemen hemen bütün Oğuz Türkleri - Azerbaycanlılar, Türkler, Gagavuzlar, Türkmenler, Kerkük Türkmanları, Nogaylar, Kırım tatarları, aynı zamanda Urumlar ve diğer Türk milletleri arasında bugüne dek de yaşamaktadır. Bizim tarafımızdan bu destanın Türk halkları arasından 40`dan fazla varyantı derlenmiştir. “Arzu-Kamber”in kapsadığı coğrafi bölge de çok geniştir –Rumınya`dan Gagavuz iline dek, Azerbaycan`dan Türkmenistan`a, Türkiye`den Güney Azerbaycan`a kadar uzanan geniş bir arazide yayılmış bu destanın benzersizliği onun poetik metinlerinin genel Türk folklorunun lirik türlerinden olan manilerden oluşmasıdır. “Arzu Kamber”in çeşitli varyantlarında yer alan şiirler-bayatılar, maniler vs. genellikle ortak veya benzerdir. “Arzu Kamber”in konusu bir aşk hikâyesidir. Bildiride “Arzu Kamber”le ilgili aşağıdaki hususlara dikkat çekilmiştir: “Arzu-Kamber” masalının-destanının yayılma coğrafyası, “Arzu-Kamber”in yayılmış ve yayımlanmış varyantlarının istatistiği, “Arzu-Kamber”in varyantlarının yapı bakımından mukayesesi, ortak olan bir yapının tespiti.
Publisher
An entity responsible for making the resource available
International Burch University
Date
A point or period of time associated with an event in the lifecycle of the resource
2013-05-17
Keywords
Keywords.
Article
PeerReviewed
Identifier
An unambiguous reference to the resource within a given context
ISSN 2203-4548
-
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/7286b912edad9d4a0bac53c3233e5847.docx
cd44fe76f77fbd72b12ce5c0bea480ac
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/551a725df42992ac6283c8757c264eec.pdf
3ebdab3e6d1b7b41b086d7016f9b06aa
PDF Text
Text
“BOSNA HİKÂYELERİ” İZİNDE BOSNA’YA YOLCULUK
İpek YILDIZ
Cumhuriyet Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Bölümü, Sivas /
Türkiye
Anahtar Kelimeler: Bosna Edebiyatı, İvo Andriç, Bosna hikâyeleri.
ÖZET
Bir edebî eserin şekillenmesinde eseri kaleme alan yazarın kültür birikimi, yetiştiği
ortam, hayata bakışı, gözlem yeteneği gibi pek çok unsur etkili olmaktadır. Bu durum açık veya
kapalı bir biçimde yazarın kurgu dünyasını etkilemektedir. İvo Andriç de gözlemlerini başarılı
bir şekilde eserlerine aktaran Yugoslav edebiyatının önemli sanatçılarından biridir. Türkçeye
çevrilen “Drina Köprüsü, Irgat Siman, Travnik Günlüğü, Uğursuz Avlu, Ver Elini Çocukluk”
adlı eserleriyle Bosna edebiyatını Türk dünyasına tanıtarak katkı sağlayan Ardviç’in “Bosna
Hikayeleri” adlı eseri de Bosna’ya dair izler taşıması ve Bosna edebiyatını yansıtması açısından
oldukça önemlidir. Bu çalışmada, İvo Andriç’in pek çok eserinde konu edindiği gibi “Bosna
Hikayeleri”nde hem mekan olarak Bosna’yı ele alışı hem de satır aralarında Bosna kültürüne ait
unsurlara yer verilişi incelenmiştir.
�
Dublin Core
The Dublin Core metadata element set is common to all Omeka records, including items, files, and collections. For more information see, http://dublincore.org/documents/dces/.
Extent
The size or duration of the resource.
2112
Title
A name given to the resource
“BOSNA HİKÂYELERİ” İZİNDE BOSNA’YA YOLCULUK
Author
Author
YILDIZ, İpek
Abstract
A summary of the resource.
Anahtar Kelimeler: Bosna Edebiyatı, İvo Andriç, Bosna hikâyeleri. ÖZET Bir edebî eserin şekillenmesinde eseri kaleme alan yazarın kültür birikimi, yetiştiği ortam, hayata bakışı, gözlem yeteneği gibi pek çok unsur etkili olmaktadır. Bu durum açık veya kapalı bir biçimde yazarın kurgu dünyasını etkilemektedir. İvo Andriç de gözlemlerini başarılı bir şekilde eserlerine aktaran Yugoslav edebiyatının önemli sanatçılarından biridir. Türkçeye çevrilen “Drina Köprüsü, Irgat Siman, Travnik Günlüğü, Uğursuz Avlu, Ver Elini Çocukluk” adlı eserleriyle Bosna edebiyatını Türk dünyasına tanıtarak katkı sağlayan Ardviç’in “Bosna Hikayeleri” adlı eseri de Bosna’ya dair izler taşıması ve Bosna edebiyatını yansıtması açısından oldukça önemlidir. Bu çalışmada, İvo Andriç’in pek çok eserinde konu edindiği gibi “Bosna Hikayeleri”nde hem mekan olarak Bosna’yı ele alışı hem de satır aralarında Bosna kültürüne ait unsurlara yer verilişi incelenmiştir.
Publisher
An entity responsible for making the resource available
International Burch University
Date
A point or period of time associated with an event in the lifecycle of the resource
2013-05-17
Keywords
Keywords.
Article
PeerReviewed
Identifier
An unambiguous reference to the resource within a given context
ISSN 2203-4548
-
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/a920c0149634e7b0547fdf6f7c780b6b.docx
0822a631f882b2f42f4e5f553966e1b0
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/66461953aba3d4bece6d5341f57dd89d.pdf
28eeb3bd159e8a398e78a1bcc8c2ae9a
PDF Text
Text
“ESKİ TÜRK EDEBİYATINDA MAZMUNLAR VE İZAHI” ADLI ESERDE KLASİK
TÜRK ŞİİRİ VE ŞAİRLERİYLE İLGİLİ DEĞERLENDİRMELER
Özlem DÜZLÜ
Sakarya Üniversitesi, Türk Dili Bölümü, Sakarya / Türkiye
Anahtar Kelimeler: Ahmet Talat Onay, Klasik Şiir, Şair.
ÖZET
Edebiyat alanındaki çalışmalarını halk edebiyatı sahasında yoğunlaştıran Ahmet Talat
Onay, klasik Türk edebiyatıyla ilgili eserlere de imza atmıştır. Bunlardan biri ve belki de en
önemlisi “Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı” adlı ansiklopedik edebiyat lügatidir.
Değeri her geçen gün artmakta olan bu eserin asıl hususiyeti klasik edebiyatımızın bazı
mazmunları ile anlaşılması güç meseleleri hakkında açıklayıcı bilgiler vermesidir. Bu suretle
klasik şiirimize yansımış eski âdetler, inanışlar, yaşam tarzından izler, zamanın ilim ve fenniyle
alakalı bilgiler; bu şiirde yer alan kıssa, isim, terim ve kavramlar eserin muhteviyatına dâhil
olmuştur. Yazar bu meselelerle ilgili izahatlarda bulunurken bazen de kendi görüşlerine yer
vermiştir. Yazarın bu görüşleri arasında klasik edebiyatımızın Tanzimat’tan sonra çok tartışılan
birtakım meseleleri de yer almaktadır. Ayrıca yazarın hakkında görüş bildirdiği bazı şairler de
bulunmaktadır. Bu çalışmada yazarın bu görüşleri klasik Türk edebiyatı hakkında yapılan
tartışmalar bağlamında ele alınmış, hakkında çokça konuşulmuş klasik Türk şiiri ve şairlerine bir
de Ahmet Talat Onay’ın penceresinden bakılmıştır.
�
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/173facad5034c2d6ed5af8a66cf24350.doc
272d08400edb6cffabeb390e8709c91a
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/355a3c92a0487755f779c1c301fe8f46.pdf
9110f637ff28af78bbaf438e18a4a9df
PDF Text
Text
“ESKĠ TÜRK EDEBĠYATINDA MAZMUNLAR VE ĠZAHI” ADLI ESERDE KLASĠK
TÜRK ġĠĠRĠ VE ġAĠRLERĠYLE ĠLGĠLĠ DEĞERLENDĠRMELER
Özlem DÜZLÜ 1
Özet
Edebiyat alanındaki çalışmalarını halk edebiyatı sahasında yoğunlaştıran Ahmet Talât
Onay, klasik Türk edebiyatıyla ilgili eserlere de imza atmıştır. Bunlardan biri ve belki de en
önemlisi “Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı” adlı ansiklopedik edebiyat lügatidir.
Değeri her geçen gün artmakta olan bu eserin asıl hususiyeti klasik edebiyatımızın bazı
mazmunları ile anlaşılması güç meseleleri hakkında açıklayıcı bilgiler vermesidir. Bu suretle
klasik şiirimize yansımış eski âdetler, inanışlar, yaşam tarzından izler; zamanın ilim ve
fenniyle alakalı bilgiler; bu şiirde yer alan kıssa, isim, terim ve kavramlar eserin
muhteviyatına dâhil olmuştur. Yazar bu meselelerle ilgili izahatlarda bulunurken bazen de
kendi görüşlerine yer vermiştir. Yazarın bu görüşleri arasında klasik edebiyatımızın
Tanzimat’tan sonra çok tartışılan birtakım meseleleri de yer almaktadır. Ayrıca yazarın
hakkında görüş bildirdiği bazı şairler bulunmaktadır. Bu çalışmada yazarın bu görüşleri klasik
Türk edebiyatı hakkında yapılan tartışmalar bağlamında ele alınacak, hakkında çokça
konuşulmuş klasik Türk şiiri ve şairlerine bir de Ahmet Talât Onay’ın penceresinden
bakılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Ahmet Talat Onay, Klasik Şiir, Şair
EVALUATIONS ABOUT CLASSICAL TURKISH POETRY AND POETS AT
WORKS OF “MEANINGS AND EXPLANATIONS IN OLD TURKISH
LITERATURE”
Abstract
Ahmet Talât Onay, who has focused his studies on the field of folk literature in the
field of literature, has studied on the works of classical Turkish literature. One of these, and
perhaps most importantly is the encyclopedic glossary literature called “ Meanings and
Explanations in Old Turkish Literature”. The main characteristic of this work whose value is
increasing every day is that it gives descriptive information about some of the issues that are
1
Sakarya Üniversitesi Türk Dili Okutmanı, oduzlu@sakarya.edu.tr
�difficult to understand in our classical literature. By this way, the old customs that are
reflected in our classical poetry, beliefs, life-style tracks, knowledge about science; the
parable, names, terms and concepts in this poem have been included in the content of the
work. While the author gave some information about these issues, sometimes he included his
own views. A number of issues that are debated after the reforms in our classical literature are
included in one of the author’s views. There are also some poets who gave their opinions
about the author. In this study, the views of the author will be discussed in the context of the
debate about the classical Turkish literature and the classical Turkish poetry and poets that are
discussed previously will be examined in the point of view of Ahmet Talât Onay.
Key Words: Ahmet Talat Onay, Classic Poem, Poet
GiriĢ
“Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı”2 adlı eser, edebiyat çalışmalarını halk
edebiyatı alanında yoğunlaştırmış Ahmet Talât Onay’ın (ö.1956) klasik Türk edebiyatı
sahasında kaleme aldığı ansiklopedik edebiyat lügatidir. Eser, içine doğduğu medeniyetten
kopuş neticesinde ve buna binaen oluşmuş bir ortamda, her geçen gün muhataplarıyla
arasındaki mesafesi artan bir edebiyatı üstadı Veled Çelebi İzbudak’ın tavsiyesiyle gençlere
tanıtmak amacıyla kaleme alınmıştır. Üstadının tavsiyelerine duyduğu güvenle çalışmaya
başlayan Onay; lügat ve lügat şerhleri, tarihler, biyografik eserler, klasikler, divanlar ve dinîtasavvufî nitelikteki pek çok kaynaktan; Veled Çelebi, Tahir Olgun, Fuat Köprülü gibi
âlimlerin birikimlerinden istifade ederek 1000’e yakın madde oluşturmuştur. Böylece klasik
şiirimizin mısralarına karışmış eski âdetler, inanışlar, yaşam tarzından izler; bu şiirde yer alan
kıssa, isim, terim ve kavramlar; zamanın ilim ve fenniyle alakalı bilgiler tespit edilip
açıklanmıştır. Bununla birlikte açıklanan hususlara örnek oluşturmak üzere seçilen beyitlerle
klasik şiirin estetiği yansıtılmış, bu beyitlerin kısa tahlilleri yapılarak klasik şairlerimizin
hayal dünyalarının anlaşılmasına da katkı sağlanmıştır. Ayrıca yeri geldikçe anlatılan fıkra ve
anekdotlarla esere samimi bir üslûp kazandırılmıştır. Eserde bazı maddelerin açıklamasında
konuyla alakalı olarak yazarın kendi görüşlerine de tesadüf edilir. Yazarın görüş bildirdiği
konular arasında klasik şiirimizin Tanzimat’tan sonra çokça tartışılmış birtakım meseleleri de
yer almaktadır. Yazar ayrıca bazı şairlerimiz hakkında da değerlendirmelerde bulunmuştur.3
2
Bildiri metninin bundan sonraki kısmında eser için, Prof. Dr. Ömür CEYLAN’a ait, ETEM şeklindeki kısaltma
kullanılmıştır.
3
Eser hakkında tanıtıcı bilgi için ayrıca bkz. Ahmet Talat ONAY, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve
Ġzahı (Haz. Cemal KURNAZ), Akçağ Yay., Ankara 2000, Cemal KURNAZ’ın önsözü ve s.39-41; Cemal
KURNAZ, Ahmet Talat Onay, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1990, s.67-70; Ömür CEYLAN, Bağ Bozumu –
�Bilindiği üzere klasik Türk edebiyatına ilk tepki “Lisân-ı Osmânînin Edebiyatı
Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir” adlı makalesiyle Namık Kemal’den gelir. Bu makale
“yeninin eski edebiyata karşı ilk edebî beyannamesi olma değerini taşımaktadır” (Akün,
2006:373). Namık Kemal’in bu metinle klasik edebiyatımıza yönelttiği sert eleştiriler zamanla
başka taraftarlar da bulur.
Bu taraftarlardan biri olan Ziya Paşa’nın tavır değiştirerek
“Harâbât”ı yayımlamasının ardından da yeni bir edebiyat getirmek isteyen grupla klasik
edebiyatı devam ettirmek isteyenler arasında bir tartışma ortamı oluşur (Kahraman, 1996:13).
Tartışmanın tarafları vezninden diline, kaynağından muhtevasına kadar klasik edebiyatın
bütün yönlerini tartışmaya başlarlar. Tartışmaların yoğunlaştığı hususlar şunlardır: “ Divan
edebiyatının hayal dünyası dar ve gerçekle ilgisizdir. Konular beşerî duygu ve düşünceleri
yansıtmaz. Sosyal hayattan kopuktur. Kuralcı ve mazmuncudur; başlangıcından bitimine
kadar hep aynı şeyler tekrarlanmıştır. Samimi değildir, caize edebiyatıdır. Toplum ahlâkını
bozucu niteliktedir. Dil ve işlenilen konular bakımından millî değildir. Dinî ve dar bir
edebiyattır”(Macit, 2006:20).
Biz bu çalışmada Ahmet Talât Onay’ın söz konusu eserinde yer alan ve klasik Türk
edebiyatının tartışma konuları kapsamında değerlendirilebilecek görüşlerini, bugüne kadar
klasik Türk edebiyatı tartışmaları üzerine yapılmış çalışmalarda da yer alan bazı başlıklar
altında inceleyeceğiz.
Dil, Gayrimillîlik ve Taklitçilik, Meycilik-Mahbupçuluk, Câize
Edebiyatı, Mazmunculuk, Kelime Oyunculuğu ve Şairler Hakkında Değerlendirmeler
başlıkları altında önce tartışmaların genel çerçevesini çizecek, sonra Ahmet Talat Onay’ın
görüşlerine yer vereceğiz.
Dil
Klasik Türk edebiyatıyla ilgili tartışmaların başlangıç noktasını dil meseleleri
oluşturur.
“Tanzimat sonrasında edebiyat öncelikle ve özellikle dil problemi olarak ele
alınmıştır. Eski edebiyata şuurlu ilk tenkitleri yönelten Namık Kemal‟in hareket noktası da,
dil meselesi olmuştur”(Erbay, 1997:266).
Dil ile ilgili tartışmalarda taraflardan biri Arapça ve Farsçadan alınan kelime, terkip
hatta kurallar sebebiyle tartışmayı klasik edebiyatın dilinin Türkçe olmadığı noktasına
vardırırken diğer taraf da bu dilin gayet zengin, işlenmiş ve üstün bir dil olduğunu savunur.
Örneğin Recaizade Ekrem, o dönemin şartları gereği olsa da, klasik şairlerimizi, eserlerini
ifrata varacak derecede süse boğarak kendilerinden başka kimsenin anlayamayacağı bir hâle
ġi’r-i Kadîmin Rüzgârıyla Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve Ġzahı-, Kesit Yay., İstanbul 2011, s.245251.
�getirdiklerini söyleyerek eleştirir. Klasik edebiyatı bu hâliyle de havas için oluşturulmuş bir
edebiyat olarak görür (Erbay, 1997:279). Ömer Seyfettin ise Türklerin biraz okumuş
olanlarının ellerine kalem alınca Arapça ve Farsça lügat paralamaya; Arapça, Farsça terkipler
yapmaya kalktıklarını ve “bir marifet yapıyoruz” zannettiklerini, altı asırdan bu yana edebiyat
ve ilim adına Türkçe bir satır bile yazılmadığını iddia eder (Özdemir, 2010:290).
Diğer tarafta Osmanlıcanın muazzam bir dil olduğu kanaatinde olanlar, hatta klasik
edebiyatın anlaşılamama sebebinin sadeleştirme çabaları olduğunu söyleyerek bu faaliyetlerin
karşısında yer alanlar bulunmaktadır. Ziya Paşa Harâbât mukaddimesinde Türk dilinin
Farsçayla karşılaşmadan önce mükemmel bir dil halinde varlığını devam ettirdiğini,
Farsçadan aldığı unsurlar ile daha da olgunlaştığını ifade eder (Erbay, 1997:277). Ziya
Paşa’dan sonra da Türk dilinin Arapça ve Farsçadan aldığı kelimelerle gelişip zengin bir dil
haline geldiğini söyleyerek tartışmaya bu taraftan katılan pek çok isim olmuştur.
Dil tartışmalarının “milli edebiyat” tartışmalarıyla birlikte yürütüldüğü 1930-1940
yılları arasında klasik edebiyata milli edebiyat gözüyle bakmayıp, onun dilini yabancı
görenler yanında bu edebiyatın dilinin Türkçe olduğunu, her şeye rağmen Türkçe kuralların
geçerli olduğunu, Arapça ve Farsça kelimelerin onun varlığında eridiğini ileri sürenler de
olmuştur (Kahraman, 1996:178). Aynı zamanda bu dönem Türkçenin sadeleştirilmesi ile ilgili
en yoğun çalışmaların olduğu bir dönemdir. Türkçenin sadeleştirilmesi hususunda daha
verimli sonuçlar elde edebilmek için kurulan Türk Dil Kurumu, dil tartışmalarında belirleyici
ve yönlendirici bir etki yapmıştır (Kahraman, 1996:175).
Ahmet Talât Onay’ın, on yıllık bir çalışmanın ardından 1941’de tamamladığı,
ETEM’de dil ile ilgili görüşlerine “Gözlük” maddesinde rastlıyoruz. Yazar bu maddede örnek
olarak verdiği beyitlerden birinde “gözlük” yerine “ayneyk” kelimesinin kullanılmasından
hareketle beytin sahibi Sâmî’nin şahsında klasik edebiyatın dilini eleştirir.4 Sâmî’nin “gözlük”
kelimesinin Arapçası olan “ayneyk”i daha asil görmesini gaflet olarak değerlendiren Onay,
bunun gibi yanlış görüşler nedeniyle Türkçe kelimelerin yerini yabancı kelimelerin aldığını
söyler. Ona göre Arapça ve Farsça kelimelerin çok fazla kullanılması klasik edebiyatın dilini
anlaşılmaz hale getirmiştir. Yazarın bu konudaki “Dikkat edilirse şiirlerimiz ibtidâlarında
temiz Türkçe ile yazılırken sonraları Arapça, Farsça kelimeleri fazla almak yüzünden
anlaşılması güç lisanla yazılmaya başlanmıştır. Lisanın bu tabii çığırından çıkması Türkçenin
zararına ve inkişaf edememesine sebep olmuştur (Onay, 2000:220)” şeklindeki ifadelerinden
yabancı kelimelerin aşırı olmamak kaydıyla kullanılabileceği gibi bir anlam çıkartmak da
4
Ayneyk takıp dîde-i gam-dîdene Sâmî
Dik dik niçin ol meh-veşe dört gözle bakarsın (Sâmî)
�mümkündür. Ancak ifadelerinde devrin hâkim görüşü ve kendi siyasi duruşu baskındır. En
net şekilde klasik Türk şiiri ve şairlerini eleştirdiği konulardan biri dil olmuştur.
Onay, Darülfünun’daki öğrencilik yıllarında hocalarının etkisiyle Türkçülük fikrini
benimsemiş ve hayatının sonuna kadar bu fikrin savunucusu olmuştur. Hatta yazarda Türklük
şuurunun uyanması da Türkçe üzerinden gerçekleşmiştir. Yazar “Nasıl Türkçü Oldum-3” adlı
makalesinde bu hatırasından ve hocalarının Türkçe konusundaki hassasiyetlerinden bahseder.5
Böyle bir terbiyeden geçmiş biri olarak klasik Türk şiirinin dili hakkında olumsuz bir tavır
takınması çok normaldir. Fakat eserinin başına dil meselesinde gelinen durumu tersinden
eleştiren Tahir Olgun’un takrizini, belki de vefa duygusuyla, koymaktan da çekinmemiştir. 6
Gayrimillîlik ve Taklitçilik
Edebiyatımızda millîlik tartışmaları konu, dil ve şiirdeki ölçü meselelerini
kapsamaktadır. Millî edebiyat kavramını ise “Türk edebiyatına Genç Kalemler dergisi
kazandır(mıştır)” (Kahraman, 1996:114) . Edebiyat-ı Cedide ve Fecr-i Âtî’nin tutumlarıyla
edebiyatın dil ve ölçüde aruz ve terkip yanlısı oluşu, konu bakımından da Fransız edebiyatına
benzemesi sonucunda bu kavram; konuşulan dili, hece ölçüsünü ve Türklerin kendilerine ait
bir dünyayı kullanan edebiyat anlamında gündeme gelmiştir (Kahraman, 1996:114). Bu
anlamda klasik Türk edebiyatının da millî olup olmadığı konusunda farklı görüşler ileri
sürülmüştür.
Klasik Türk edebiyatını millî bir edebiyat olarak değerlendirenler, eseri meydana
getiren sanatçının mensubu olduğu toplumu esas alırlar. O kişi hangi toplumun mensubuysa
eseri o toplumun millî edebiyatına aittir. Bu görüşe “sanat ve edebiyat sınırları içinde olma”
hususunu da ekleyen Hüseyin Cahit konuyu doğrudan klasik Türk edebiyatı bağlamında
değerlendirmese de millî edebiyatın sınırlarını çizer ve bu sınırların içine klasik Türk
edebiyatı da girer: “Millî edebiyat demek mutlaka köylüden, avamdan vatandan, Türklük
5
6
Bkz. Kurnaz, Cemal, Ahmet Talat Onay, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1990, s.192-194.
Bu parlak hizmeti yüzünden onun
Artık anlaşacak dedeyle torun
Sarmıştı acâyip bir hâl ki yurdu
Yeniler eskiyi anlamıyordu
Çünkü anlatacak yoktu vâsıta
Mâziden kopmuştu sanki râbıta
Torunu yabancı büyükbabaya
Konuşmak kalmıştı pandomimaya
Eskiden yeniye bir söz gelince
Sanıyordu onu başka bir dilce
Muhterem üstâda Hak ecrin vere
Geçmişi tanıttı şimdikilere… (Onay, 2000:49-50)
�idealinden, eski Türklerden harpten ve hürriyetten bahseden edebiyat demek değildir. Bir
eserin sanat ve edebiyat hudutlarından içeri girmiş olması kâfidir. Benim milletimden ve
vatanımdan olan her Türkün edebî eseri, benim için millî edebiyattır” (Kahraman, 1996:123124).
Klasik Türk edebiyatının millî olamayacağı düşüncesi yabancı edebiyatların etkisiyle
açıklanır. Agâh Sırrı Levend’e göre dili yabancı dillerin tesiriyle orijinalliğini kaybetmiş
veznini, şeklini, hatta fikirlerini, telakkilerini ve imajlarını yabancı edebiyatlardan alan bir
edebiyata millî edebiyat denilemez (Kahraman, 1996:120). Bu açıdan bakıldığında Ahmet
Hamdi Tanpınar’ın klasik şiirimizdeki Fars etkisiyle ilgili sözleri de millîlik açısından
değerlendirilebilir. Çünkü ona göre klasik şiirimizde belli bir vakayı anlatan şiirler dışında
bize ait bir şey yoktur. Tanpınar’ın konuyla ilgili görüşleri şu şekildedir: “Eski şiir Fars
edebiyatından yalnız kelime zevkini ve hayal sistemini almaz, onun yarı tarihi ve çok
İslamlaşmış mitolojisini, imparatorluğun şartları ve tarihi ile biraz daha genişleyen
coğrafyasını da alır… İstanbul ve İstanbul sayfiyelerinin dışında bize ait şeylerden adeta
sakınan bu edebiyatta Arabistan coğrafyası imparatorluğun bir parçası olmaktan ziyade
kültür veya din ile ilgili olarak mevcuttur… Mitoloji ise doğrudan doğruya „Şehname‟ den,
büyük masallardan ve Arap kültüründen alınmıştır (Tanpınar, 1997:4-5).
Ahmet Talât Onay, ETEM’de klasik Türk şiirindeki Fars etkisine tam da bu noktadan
itiraz eder. “Acem Kahramanları” maddesinde şairlerimizin Türk erlerini İranlı kahramanlara
benzetmesini eleştirir ve bu konuda uzun uzun mütalaalarda bulunur. Ona göre Türklerin
kahramanlık açısından bir benzetilen unsura ihtiyacı yoktur. Zira bu özellik Türklerde
fazlasıyla mevcuttur. Buna rağmen Türk erleri kimi hunhar, kimi ayyaş İran hükümdar ve
kumandanlarına benzetilmiş, hatta bu durum beğenilen bir özellik olarak şiirlerde yer almış,
kimse bu duruma itirazda bulunmamıştır. Yazar Acem kahramanlarını, övülen kişiyi onlardan
daha üstün göstermek için zikreden şairleri de unutmaz. Fakat bu şairlerin eserlerinde bile
Acem kahramanlarının üstünlüğü konusundaki yaygın kanaatin ağırlıklı olduğunu belirtir.
Oysa “Türk erlerini Acem kahramanlarına benzetmekle memduha en büyük hakaretler
yapıldığının kimse farkına varmamıştır.” (Onay, 2000: 62)
Onay “farkına varmamak” ifadesiyle eleştirinin dozunu biraz hafifletmiş görünse de
maddenin sonunda açtığı “Mütalaa” bölümünde eleştirilerine bıraktığı yerden devam eder.
Şairlerimizin örnekleri kendi tarihinden seçmemiş olması bizi kendi “Şehnâme”mizden
mahrum bırakır: “Şairlerimiz Acemlerin merhum ve mübalağalı şahıslarını müşebbehünbih
yapacaklarına, Türk kahramanlarını, Türk büyüklerini ele alsalardı hîn-i hâcette okunacak,
iftihar duyacak hamâsî şiirlerimiz ve bir Şehnâmemiz olurdu” (Onay,2000:66). Onay’a göre
�bizim dünyaya sığmayan kahramanlarımız yanında şarap mucidi Cem, yaban eşeği avcısı
Behrâm gibi İranlı şahsiyetlerin yüceltilmesi acınacak bir faciadır. Yazar konuyla ilgili
görüşlerini Şeyyad Hamza ile örneklendirir. Şeyyad Hamza’nın bir şiirinde Salsal, Zâl, Âd,
Şeddâd, Keyhüsrev, Behrâm, Kubâd, Kisrâ, Fağfûr, Kayser, Cemşîd, Nerîmân, Sührâb, Cem,
Sam isimlerinin geçtiğini, bunları tanımak için Şehnâmeyi okumak, İran mitolojisi ve tarihini
bilmek gerektiğini belirtir ve devam eder: “Şeyyad Hamza‟nın yaşadığı devirde Anadolu‟da
parlak bir Türk hükümeti doğarken İran sönüklüğünü, uyuşukluğunu muhafaza ve günden
güne sükût ediyordu” (Onay, 2000:66).
Onay ayrıca bu durumun kahramanlarla da sınırlı kalmadığını, şairlerimizin de
kahramanlarımızla aynı kaderi paylaştığını ifade etmektedir (Onay, 2000:66).
Ahmet Talât Onay’ın mütalaa bölümünde sarf ettiği bir cümle dikkat çekicidir. O
“Acem kahramanlarının isim ve menkıbelerine Anadolu Türklerinin ilk eserlerinden
başlayarak zamanımıza kadar gelen bütün eserlerde tesadüf olunur” (Kahraman, 1996:66)
diyerek dönem eleştirisi yapmaktan ziyade Türk edebiyatına yönelik genel bir eleştiri yapmış
olur. Fakat o bir yanlışın karşısındadır. Bu yanlış da uzun uzun açıkladığı ve çok sayıda
beyitle örneklendirdiği üzere klasik edebiyatta ziyadesiyle mevcuttur. Sonuçta millîlik
tartışmasının sınırları içerisine dâhil edilebilecek bu görüşleriyle, bu hususta klasik Türk
edebiyatına karşı olumsuz bir tavır takınmış olur.
Meycilik-Mahbubçuluk
Klasik Türk edebiyatıyla ilgili tartışmalarda “mey”, “mahbub” ile birlikte çok sık
kullanılmış olması açısından tenkit konusu olmuştur (Özdemir, 2010:327). Bu kanaat Ahmet
Talât Onay’ın eserinde de mevcuttur. Nitekim Onay, “Şarab” maddesinde, “Divanlarımızın
her sahifesi şarap mazmunu ile doludur. Bütün şairlerimiz;
Bir şâire müntehâ-yı maksad
Bir şîşe şarâb u bir semen-had (Ziya Paşa) diye sayıklamışlardır” (Onay, 2000:415)
diyerek durumdan şikâyetçi görünür.
Tartışmalarda “mey” ile “mahbub” sık kullanılmaları yanında ahlâka yaptıkları
olumsuz etkiyle de gündeme gelmiştir. Ali Suavi divanların ahlâkı bozduğundan bahsederken
divanların kötü ahlâk, işret ve aşk gibi şehvetler ve nefsanî lezzetlerle dolu olduğunu söyler.
“En fenası şurası değil mi ki, birtakım bekrî ve mahbûb, dost ve zampara heriflerin çapkınlık
lakırdılarını, güya ilim ve zerafet ve marifetmiş itikadıyla okudum” (Erbay, 1997:400) derken
sevgilinin cinsiyeti meselesine de işaret etmiş olur.
�Sevgilinin cinsiyeti meselesi öncelikle ve özellikle Nedim üzerinden tartışılır. Halit
Fahri ve Kâzım Nâmî, Nedim’in şiirlerinde “homosexuelle” duygulara yer verdiği
düşüncesindedirler. Halit Fahri “Nedim‟deki „homosexualite‟ bile başlı başına feci bir piyes
mevzuu teşkil edebilirdi: Mesela Fransız temaşa muharriri H. Lenomand‟ın „L‟homme et ses
Fantomes piyesinde olduğu gibi… Okursanız anlarsınız, o ne ruh faciasıdır, o ne sefalettir.”
(Kahraman, 1996:272) diyerek bu konudaki düşüncelerini ortaya koymuştur.
Mahbupçulukla ilgili olarak gelinen noktada farklı görüşler bulunmaktadır. Ali Nihat
Tarlan, bu konuyu kadının hayata girmemesiyle açıklar (Tarlan, 1981:119). Ömer Faruk Akün
de eski cemiyette erkeğin kadına karşı duygularında aleniyete müsaade etmeyen ahlâk
anlayışından bahseder (Akün, 421). Fakat Akün’ün üzerinde durduğu iki husus Türk
gulâmları etrafında teşekkül eden aşk geleneği ile tasavvufun aşk ve güzellik anlayışıdır.
Akün Arap ordularında istihdam edilen, fizik güzellikleri ve dürüst karakterleriyle dikkat
çeken Türk gençlerinin askerlik dışında içki ve eğlence meclislerinin de elemanı olduklarını
belirtir (Akün, 416,419). Fakat Akün’e göre sevgilinin erkek hüviyetinde görülmesinin asıl
sebebi Allah’ın insanda ve güzel insan çehresinde aksettirdiği kendi güzelliğine karşı
duyulabilecek en saf ve en gerçek aşk olan platonik aşk anlayışıdır. Tasavvuftaki, Eflatun’un
Phaidros’una da çıkan ve araya cismani zevk ve duyguların karışmadığı, bu saf ve gerçek aşk
ise kadın varlığına değil genç erkek çocuğa yönelik olduğunda mümkündür (Akün, 419).
Cihan Okuyucu ise “Divan Edebiyatı Estetiği” adlı kitabının ilgili bölümünde bütün bu
görüşlere yer verdikten sonra konunun toplumsal gerçekle ilgi derecesini sorgular.
Kınalızade’nin “Ahlâk-ı Alâî”sinden aktardığı bölümlerin ardından dönem şairlerinin
toplumun ahlâk standartlarının biraz dışında olduğu şeklinde bir düşüncenin zuhurundan
bahseder. Yine Riyazî tezkiresinde başta İshak ve Âşık Çelebi olmak üzere bazı şairler
hakkında da bu tip rivayetlerin varlığından söz eder. Bu tür konuların mahallileşme akımına
bağlı olarak özellikle mesnevilerde yaygınlık kazanmasının XVII. asırdan sonra cemiyet
hayatındaki dejenerasyonla ilgili olabileceğini söyler (Okuyucu, 2006:221-222).
Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu meseleye ETEM’de “Kadın” başlığı altında
değinildiği görülür. Onay eski şairlerimizde kadınla ilgili mazmunların azlığından söz eder:
“Eğer allık, düzgün, sürme, vesme, rastık, kına, yaşmak gibi kadına ait sözler olmasa bunları
kadınlar için söylenmiş olarak kabul etmek çok zordur.” (Onay, 2000: 270)
Onay sevgilinin cinsiyetinin erkek olmasıyla ilgili ne bir tasavvufî anlayıştan ne de
kadının cemiyet hayatındaki yerinden bahseder. Onay, eski şairlerimizde kadından kaçınma
meselesinin çokluğuna değinir. Yazar, durumu ”içtimâî dalâlet” olarak nitelendirerek,
�gerçekliği yönünde görüş bildirmiş olur. Aşağıdaki beyitleri de bu ”içtimâî dalâlet”e örnek
olarak verir:
Bakmazam rûy-i nigâre gül-i âl olsa dahi
Zene meyl eylemezem kaht-ı ricâl olsa dahi (Neylî)
Zene etmezem nazarı duhter-i rezden gayrı
Hâsılı merd olanın himmeti merdâne gerek (Lâedrî)
Onay bu örneklerle klasik şiirimizde “homosexualite”nin varlığını kabul eder; fakat
“içtimâî dalâlet” nitelemesiyle klasik şiiri bir yansıma alanı olarak görür.
“Teserrî” maddesinde bu konuya tekrar dönen yazar, toplumda bekârlığı sultanlık
olarak nitelendiren boşboğazların kadından uzak durmayı ve nefreti tavsiye ve ifade eden
şiirleri delil olarak gösterdiklerinden bahseder. Onay bu ifadeleriyle bu sefer de edebiyatın
toplum üzerindeki etkisine işaret etmiş olur. Sonuçta hangi yönden bakılırsa bakılsın bu
durum Onay’a göre dalâlet/sapkınlıktır. “Bu şiirler arasında hicap duyulmaksızın okunabilen
pek azdır” (Onay, 2000:439) ifadesiyle de konuyla ilgili rahatsızlığını ortaya koymuş olur.
Onay’ın söz konusu maddede şairleri eleştirdiği asıl husus teserrî uygulamasıdır.
Teserrîyi erkeklerin kul, köle; kadınların câriye, halâyık olarak alınıp satılmaları şeklinde
tanımlayan yazar, Nâbî ve Sünbülzâde Vehbî’nin şiirlerinden örnekler vererek oğlunu cariye
alıp değiştirmeye teşvik eden şairlerin zihniyetini eleştirir. Üstelik bu tavsiyeyi yapan şairlerin
ulema zümresinin ileri gelenlerinden olduğunu söyleyerek durumun vahametini ortaya koyar.
Caize Edebiyatı
Klasik Türk edebiyatının en fazla eleştirilen tarafı, şairlere sağladığı gelir ve imkânlar
sebebiyle methiyenin yaygın formu olarak kasideler olmuştur. Kasidelerin methetme yoluyla
caize almak için aracı olarak kullanıldığı, bunun da bir çeşit “dalkavukluk” olduğu yönünde
suçlamalar yapılmıştır. Kasideler övüleni üzerinde olmayan özelliklerle anlatarak bir menfaat
aracı haline gelmiştir (Kahraman, 1996:317). Şairlerimiz bu hususta bir taraftan “meddahlık”,
“dilencilik”, “samimiyetsizlik” gibi nitelemelerle suçlanırken diğer taraftan “telif ücreti” ve
“sanat kaygısı” gibi gerekçelerle haklı bulunmuşlardır (Erbay, 1997:389; Özdemir,
2010:456,458; Kahraman, 1996:317,318).
Ahmet Talât Onay’ın ETEM’de açtığı maddelerden biri
“Câize”dir. Yazar, bu
maddede kasidelerin caize elde etmek için yazılışından bahseder. Onay’ın bu maddede
söyledikleri suçlama veya savunma maksatlı değildir.
Daha çok bir durum tespiti söz
�konusudur. Konunun ulaştığı boyutlar Onay’ın tespitleriyle ifade edilir. Buna göre şairler
caize elde edebilmek için her fırsatı değerlendirir ve bir kaside yazarlar. Hatta bu kasidelerin
önceden isimsiz olarak hazırlandığı, gerektiğinde isim ilave edilerek sunulduğu söylenir. Kimi
zaman da şairler kasidelerin bazı yerlerini değiştirerek gözlerine kestirdikleri kişiye sunarlar
(Onay, 2000:133-134).
Ahmet Talât Onay, ayrıca “Diş Kirası” maddesini açıklarken bu tabirin diyiş kirası,
yani caizeye karşılık gelecek şekilde kullanılmış olabileceğini söyledikten sonra klasik
şairlerimizin kasidelerine karşılık aldıkları caize gibi halk şairlerimizin de muamma
hallederken ortamda hazır bulunanlardan ileri gelenleri methederek bahşiş topladıklarını
söyler (Onay, 2000:172). Bu ifadelerden yazarın halk şairlerimizin topladıkları bahşişi klasik
şairlerimizin aldıkları caizenin bir başka alandaki karşılığı olarak gördüğü anlaşılır.
Mazmunculuk
Klasik Türk edebiyatında “mazmunculukla” ilgili ileri sürülen görüşler arasında bu
edebiyatın bir “mazmunlar edebiyatı” oluşu ve bu mazmunların anlaşılmazlığı meselesi de
bulunur. Ahmet Talât Onay’ın “Divanlarımızdaki gül-bülbül, şem‟pervâne, Leylâ-Mecnûn,
Ferhâd-Şîrîn, serv-fâhte, kumru-çenâr mazmunlarını hâvî satırlar çıkarılsa geriye pek az bir
şey kalır” (Onay, 2000:130) şeklindeki ifadesi, daha önce değindiğimiz şarap mazmunlarının
çokluğu meselesiyle birlikte düşünüldüğünde, klasik edebiyatın belli başlı mazmunlar
etrafında döndüğü yönündeki düşünceyi teyit eder niteliktedir. Bununla birlikte ETEM’de
mazmun konusunda dikkatimizi çeken asıl husus Ahmet Talât Onay’ın mazmunların
anlaşılmazlığı hususundaki şikâyetidir. Yazar, eserin önsözünde;
Çeke mazmûnunu fehm etmede bir nükte-şinâs
Ne kadar dikkat ederse o kadar renc-i elîm (Nef’î) beytini divanları okurken yaşadığı
sıkıntının bir ifadesi olarak zikretmiştir. Bir divanı bile sonuna kadar anlayarak okumanın
zorluğunda bahseden Onay, mazmunların etraflıca halledilmedikçe deli saçmasından farkı
olmadığını söyleyerek bunları izah etmek için çektiği sıkıntıyı dile getirmiştir.
Kelime Oyunculuğu
Klasik edebiyata yöneltilen “kelime oyunculuğu” suçlamasının ardında edebî
sanatların eleştirisi veya fazlalığı gibi bir düşünce bulunmaktadır. Bu konudaki suçlamalara
göre klasik şiirimiz bir şey anlatamamıştır. Klasik şairlerimiz yalnızca kelime oyunları
yapmışlar ve çoğu zaman manayı feda etmişlerdir. Bu suçlamalara karşı çıkanlar ise kelime
oyunlarıyla sözün güzelleştirildiğini savunmuşlardır (Kahraman, 1996:291-296).
�Ahmet Talât Onay, “Laf Oyuncakları” başlığı altında “Eski şairlerimiz taze mazmun
bulamadıkları zaman lâf oyuncakları yaparlar, bunları sanat eserleri sayarlar ve
hünerlerinden dolayı gurur duyarlarmış” (Onay, 2000:310) der. Onay’ın bu ifadesinden
edebî sanatlar yoluyla oluşturulan laf oyuncaklarını, şairlerin orijinal bir mazmun
bulamadıklarında sığındıkları bir liman gibi gördüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca bu ifadesiyle
klasik şairlerimizin aksine bunları sanat eseri olarak görmediğini sezdirse de bu konudaki
fikrini, Nabi’nin kelime oyuncaklarıyla oluşturulmuş şiirlerine “saçma” diyerek açıkça ifade
etmiş olur (Onay, 2000:343).
ġairler Hakkında Değerlendirmeler:
Ahmet Talât Onay, ETEM’de ele aldığı maddeleri açıklarken çok sayıda şairden örnek
beyitlere yer vermiştir. Verdiği örnek beyitler vesilesiyle de kimi zaman söz konusu şairlerle
ilgili fıkra ve anekdotlara yer vermiş kimi zaman da açıkladığı konuyla alakalı olarak şairler
hakkında değerlendirmelerde bulunmuştur.
Ahmet Talât Onay’ın ETEM’de hakkında görüş bildirdiği şairlerden biri Nedim’dir.
Onay’ın, Nedîm hakkında söylediklerinde kendi Türkçü duruşunun etkisi görülür.
Tanzimat’tan sonra yapılan değerlendirmelerde Nedîm, şiirlerinde yerli unsurlara yer verdiği
ve taklitçilikten kaçındığı söylenerek “millî şair”, “medenî bir Türk” gibi nitelemelerle
anılmıştır (Özdemir, 2010:584). Fakat Onay romantik olarak da adlandırabileceğimiz bir
tavırla Nedîm’in Türkçü olduğunu söylemiştir. “Acem Kahramanları”
maddesinde
şairlerimizi, Türk erlerini Acem kahramanlarına benzettikleri için eleştiren Onay, Nedim’i bu
kahramanlar karşısında Ali Paşa ve Damad İbrahim Paşa’yı yücelten şiirlerinden hareketle,
mutaassıp bir Türkçü olduğu gerekçesiyle över. Nedim’in hece veznini klasik edebiyata
soktuğunu ve Moğol ve Kara Tatarları eleştiren şiirlerinin bulunduğunu söyleyerek bu
görüşünü kuvvetlendirir: “Nedim, bütün çapkınlıklarına rağmen –kim ne derse desin
mutaassıp bir Türkçüdür. Parmak hesabıyla şiiri divan edebiyatına sokmuş; kendinden sonra
hece vezniyle şiir yazan Âkif Paşa ve emsali divan şairlerine o rehber olmuştur. Ali Şir
Nevâî‟ye nazire söylediği halde Moğol ve Kara Tatarları da iğnelemekten çekinmemiştir”
(Onay, 2000:66)
Ahmet Talât Onay’ın ETEM’de Türklük duygusuyla öne çıkarttığı isimlerden biri de
Fuzûlî’dir. Yazar yine “Acem Kahramanları” maddesinde Anadolu Türklerinin ilk
eserlerinden itibaren kendi zamanını da dâhil ederek bütün Türk eserlerinde Acem
kahramanlarının isim ve menkıbelerine rastlandığını söyler. Fakat bu duruma bir istisna
olarak Fuzûlî’yi gösterir ve onu “koca Türk” nitelemesiyle yüceltir. Onay, Fuzûlî’nin bu
�tutumundan Acemlere ait asılsız rivayetleri önemsemediği veya Acemlerden nefret ettiği gibi
bir sonucun çıkarılabileceğini söyler. Fuzûlî’nin Şah İsmail adına yazdığı “Beng ü Bâde”
mesnevisinde hükümdar hakkındaki övgülerinin ise zorunluluktan kaynaklandığını belirtir:
“(Acem Kahramanlarının isim ve menkıbelerine)Yalnız Fuzûlî‟de tesadüf edilememesi bu
koca Türkün Acem hurâfâtına ehemmiyet vermediğini, yahut onlardan müteneffir olduğunu
gösterir. Beng ü Bâdesinin Şâh İsmail nâmına yazılması, bu hükümdâr hakkında medhe
müteallik birkaç beyit söylemesi mütâlaayı cerhedemez. Çünkü metbû‟u hakkında bu kadarcık
olsun medhte bulunması zarûrî idi” (Onay, 2000:66).
Yapılan değerlendirmelerde pek çok ismin en büyük şairimiz olduğu hususunda
birleştiği Fuzûlî, şiirlerindeki ıstırap, elem ve Leyla ve Mecnun mesnevisindeki başarısı
dolayısıyla da sıkça söz konusu edilmiştir. Onay da eserinde birer cümleyle de olsa bu
meselelere değinmiş, “Âh” maddesinde
“Şairlerimiz arasında en müessir âh çeken
Fuzûlî‟dir” (Onay, 2000:76) derken “Mecnûn-Leylâ” maddesinde “Bizde Fuzûlî‟nin eseri
Arap ve Acem‟dekilerden de üstündür” (Onay, 2000:322) diyerek konuyla ilgili kanaatini
ortaya koymuştur.
Onay’ın ETEM’de hakkında en fazla görüş bildirdiği şair Nâbî’dir. Eserinde Nâbî’yle
ilgili bir madde de açan Onay, şair hakkında zaman zaman hakaretamiz sözler de sarf eder.
7
Yazar açtığı maddede Nâbî’nin yaşadığı dönemdeki şöhretini çağdaşı şairlerin Nâbî’yi öven
beyitleri vasıtasıyla ifade eder. “Nâbî gibi söyler” sözünü de onun şöhretine delil olarak
gösterir. Nâbî’nin hikemiyyât vadisinin en büyük temsilcisi olduğunu ifade ettikten sonra
“Bir zamanlar şiirlerine nazireler söylemek moda olmuş, hatta kelime oyuncaklarından
mürekkep saçmaları bile bir iltifat ve tanzire şayan görülmüştür” (Onay, 2000:343) diyerek
şiirlerine olan ilginin derecesine dikkat çeker.
Nâbî “Teserrî” maddesi açıklanırken şiirlerinin içeriği dolayısıyla da değerlendirilir.
Onay, daha önce de değindiğimiz, bu maddede kadınları bayağı bir mal veya bir meta yerine
koyarak oğlunu cariye alıp değiştirmeye teşvik eden şairlerin zihniyetini eleştirir ve bu
uygulamayı ahlâkî açıdan sorgular. Onay’ın açıklamalarına örnek olarak verdiği beyitler Nâbî
ve Sünbülzâde Vehbî’ye aittir.8 Bu itibarla Onay’ın sözlerinin doğrudan muhatabı bu iki
şairdir. Onların bu uygulamayı teşvik eden söylemleri toplum üzerinde olumsuz etki
yapmaktadır.
7
8
Bkz. Ahmet Talat Onay, age, s.128, 315.
İzdivâcında taharrî ile (eyle)
Sakın evlenme teserrî ile (Nâbî)
Ukalâ anda taharrî eyler
Ekseri meyl-i teserrî eyler (Sünbülzâde Vehbî)
�Ahmet Talât Onay’ın hakkında değerlendirme yaptığı bir diğer şair de Nâili’dir.
Yazar, “Şehnâme” maddesinde şairlerimizin Şehnâme’yi ve kahramanlarını küçümsemelerine
Nâilî’nin bir beytini örnek olarak verdikten sonra Nâilî’nin şiirleriyle Firdevs-i Tûsî’nin
eserini karşılaştırır. Her iki şairin de kendi edebiyatları açısından önemine işaret eden Onay,
iki şairin eserleri arsındaki farkı şu şekilde ifade eder: “Firdevsî-i Tûsî‟nin eseri kendi vadisinde
ve İran edebiyatında bir varlıktır. Nâilî‟nin şiirleri ise Türk edebiyatı için iftihar vesikasıdır. Firdevsî
muhayyel kahramanlarının şecâat ve hamasetinden bahs etmiştir. Nâilî ise hayrete şayan gazeller
terennüm eylemiştir. Bu itibarla eserlerinin Şehnâme mertebesinde tantanalı veyahut Şehnâme‟nin
Nâilî‟nin gazelleri derecesinde fikrî ve hissî olmaması pek tabiîdir” (Onay, 2000:422).
Onay ayrıca “Yunus” maddesinde şiirleri millete hitap ettiği için millet tarafından
beğenilen Yunus Emre’yi klasik şairlerimizin çekemediklerini söyleyerek şairler hakkında
genel bir değerlendirmede bulunur. Yazar bu sözleriyle aynı zamanda klasik Türk şiirinin
halktan uzak olduğu şeklindeki görüşe de işaret etmiş olur: “Millete hitap ettiği için milletçe
beğenilen ve sevilen Yûnus‟u divan şairlerimiz çekememişlerdir. İzzet Mollâ da bu
çekememezliğe işaret ediyor. Fakat şiirlerinin –Yûnus‟un şiirleri gibi- pîrlerin himmetiyle
söylendiğini bildirerek Yûnus‟a hürmet etmiş ve kudsiyet vermiş oluyor” (Onay, 2000:465).
Sonuç
Klasik Türk şiiri Namık Kemal’den itibaren uzunca bir zaman pek çok yönüyle
tartışılmış ve sert eleştirilere maruz kalmıştır. Ahmet Talât Onay’ın ETEM’de klasik Türk
şiiri ve şairleriyle ilgili yer verdiği görüşleri de Tanzimat’tan sonra klasik şiirin çok tartışılan
dili, millî olup olmadığı, mey ve mahbup edebiyatı oluşu, caize meselesi, mazmunculuk ve
kelime oyunculuğu konularıyla ilgilidir. Onay’ın bu görüşlerinin çoğu da klasik Türk şiirine
yöneltilen eleştirilerle paralellik göstermektedir. Fakat Onay, bu eseri klasik edebiyatımızı
gençlere tanıtmak için, dolayısıyla bu edebiyatın unutulmaması için yazmıştır. Bu itibarla
eserin yazılış amacı ile Onay’ın görüşleri arasında bir çelişkiden söz edilebilir. Biz bu
çelişkinin, Tanzimat’la birlikte içerisinde bulunduğu medeniyet dairesini değiştiren ve bunun
neticesinde yeni değerlerle şekillendirilmeye çalışılan bir toplumda dönem aydınının yaşadığı
ikilemle açıklanabileceği kanaatindeyiz. Ayrıca Onay’ın görüşlerinde, bazı maddelerde de
değindiğimiz gibi, siyasi duruşunun etkisi göz ardı edilmemelidir.
Kaynakça
AKÜN, Ö. Faruk (1994), “Divan Edebiyatı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
(DİA), c. 9., İstanbul, TDV Yayınları, s.389-427.
�AKÜN, Ö. Faruk (2006), “Nâmık Kemal”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA),
c. 32., İstanbul, TDV Yayınları, s.361-378.
ERBAY, Erdoğan (1997), Eskiler ve Yeniler, Erzurum, Akademik Araştırmalar.
KAHRAMAN, Mehmet (1996), Divan Edebiyatı Üzerine Tartışmalar, İstanbul, Beyan
Yayınları.
KURNAZ, Cemal (1990), Ahmet Talât Onay, Ankara, Kültür Bakanlığı Yay.
MACİT, Muhsin (2006), “Divan Edebiyatı Tartışmaları ve Gelenekten Yararlanma Sorunu”,
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Temmuz-Ağustos 2006, S.77-78, s.20-32.
ONAY, A. Talât (2000), Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı (Haz. Cemal
KURNAZ) , Ankara, Akçağ Yayınları.
OKUYUCU, Cihan (2006), Divan Edebiyatı Estetiği, İstanbul, L&M Yayınları.
ÖZDEMİR, Mehmet (2010), II. Meşrutiyetten Cumhuriyete Divan Edebiyatı Tartışmaları,
İstanbul, Timaş Yayınları.
TANPINAR, A. Hamdi (1997), 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, Çağlayan Yayınları.
TARLAN, A. Nihat (1981), Edebiyat Meseleleri, İstanbul, Ötüken Yayınları.
�
Dublin Core
The Dublin Core metadata element set is common to all Omeka records, including items, files, and collections. For more information see, http://dublincore.org/documents/dces/.
Extent
The size or duration of the resource.
2196
Title
A name given to the resource
“ESKİ TÜRK EDEBİYATINDA MAZMUNLAR VE İZAHI” ADLI ESERDE KLASİK TÜRK ŞİİRİ VE ŞAİRLERİYLE İLGİLİ DEĞERLENDİRMELER
Author
Author
DÜZLÜ, Özlem
Abstract
A summary of the resource.
Anahtar Kelimeler: Ahmet Talat Onay, Klasik Şiir, Şair. ÖZET Edebiyat alanındaki çalışmalarını halk edebiyatı sahasında yoğunlaştıran Ahmet Talat Onay, klasik Türk edebiyatıyla ilgili eserlere de imza atmıştır. Bunlardan biri ve belki de en önemlisi “Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı” adlı ansiklopedik edebiyat lügatidir. Değeri her geçen gün artmakta olan bu eserin asıl hususiyeti klasik edebiyatımızın bazı mazmunları ile anlaşılması güç meseleleri hakkında açıklayıcı bilgiler vermesidir. Bu suretle klasik şiirimize yansımış eski âdetler, inanışlar, yaşam tarzından izler, zamanın ilim ve fenniyle alakalı bilgiler; bu şiirde yer alan kıssa, isim, terim ve kavramlar eserin muhteviyatına dâhil olmuştur. Yazar bu meselelerle ilgili izahatlarda bulunurken bazen de kendi görüşlerine yer vermiştir. Yazarın bu görüşleri arasında klasik edebiyatımızın Tanzimat’tan sonra çok tartışılan birtakım meseleleri de yer almaktadır. Ayrıca yazarın hakkında görüş bildirdiği bazı şairler de bulunmaktadır. Bu çalışmada yazarın bu görüşleri klasik Türk edebiyatı hakkında yapılan tartışmalar bağlamında ele alınmış, hakkında çokça konuşulmuş klasik Türk şiiri ve şairlerine bir de Ahmet Talat Onay’ın penceresinden bakılmıştır.
Publisher
An entity responsible for making the resource available
International Burch University
Date
A point or period of time associated with an event in the lifecycle of the resource
2013-05-17
Keywords
Keywords.
Article
PeerReviewed
Identifier
An unambiguous reference to the resource within a given context
ISSN 2203-4548
-
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/74a84cc74aea06607f6ee09efb85a213.pdf
34b3881f68ba78750f6e6180b9829725
PDF Text
Text
BİLDİRİ ÖZETLERİ - UTEK 2014
ABSTRACT
The difference between Turkish and Bosnian language is obvious at all
linguistic levels, and the category of passive voice is not an exception. This
paper deals with morphological and syntactical-semantic characteristics,
differences and similarities within the passive category in Turkish and
Bosnian language. The paper consists of three parts, and the first unit involve
the morphological structure of passive voice in Turkish and Bosnian language.
In this part of the research, the characteristics, differences and similarities
within the passive constructions in these two languages are analyzed. The
second part analyzes passive sentences, and the manner of translating passive
in Turkish with explicitly defined general agent, as well as examples of
passive where general agent is implicitly pointed to, but is completely
anonymized. The third part of research deals with Turkish noun sentences
with predicates var and yok, which open up space for grammatical subject
with the role of patient, and their translational equivalents in Bosnian language
are analyzed. It will also attempt to offer translational equivalents of passive
constructions in Turkish. Two methods were employed in the research:
analytical-descriptive method in the introductory part and contrastive method
in elaboration.
“GEBERMEK” FİİLİ NEREDEN GELİYOR
Serkan ŞEN
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Samsun / Türkiye
Anahtar Kelimeler: Gebermek, gebe, köken bilgisi, Eski Türkçe, Türkiye
Türkçesi.
ÖZET
Türkiye Türkçesinde, sevilmeyen insanlar ile değer verilmeyen hayvanların
ölümünü anlatan gebermek fiilinin oluşumu hakkında değişik görüşler öne
sürülmüştür. Bu görüşler iki noktada yoğunlaşmaktadır. İlki, geber-’in “şişkin,
kabarık; hamile” manasındaki kébe / kebe ~ gebe sözünden geldiğidir. İkinci
görüş ise sözcüğün kabar- fiilinin ikili biçimi olduğudur. Bildirimizde
sözcüğün türeyişi üzerinde duran araştırmacıların yaklaşımları zikredildikten
51
�BİLDİRİ ÖZETLERİ - UTEK 2014
sonra bunların eleştirileri yapılacaktır. Eski Türkçede kéber- ~ képer- fiilini
ölüm haliyle ilgili olarak değişik metinlerde tanıklamak mümkünken kébe
sözcüğüne hiç rastlanılmamasına dikkat çekilecektir. Türev (képer-), defalarca
tespit edilebilirken tabana (kébe-) ancak XIV. yüzyıldan sonra rastlanılmasının
çelişki olduğu ifade edilecektir. képer- > geber- fiilini Eski Türkçede saymaca
olarak nitelendirebileceğimiz képe ~ kébe sözü yerine kép “biçim, tarz”
köküne götürebileceğimiz dile getirilecektir. kép “biçim, tarz” kökü ile
kébermek türevi arasındaki ilişkide kép+er- şeklinde bir genişlemenin söz
konusu olduğu vurgulanacaktır. Anlam boyutunda ise “(bilinenin dışında) bir
biçim almak” ile bedenin şişmesinin kastedildiği ifade edilecektir. kép’in Eski
Türkçede kapalı e (é) ile uzun ünlülü oluşunun geber- fiiline taban teşkil
etmesini imkân sağladığı eldeki bulgularla desteklenecektir. Anlam geçişlerini
göstermek üzere örnek bağlamlardan olabildiğince yararlanılacaktır.
WHERE DOES THE VERB “GEBER-” COME FROM
Key words: To die, pregnant, etymology, Old Turkish, Turkey Turkish.
ABSTRACT
There are different opinions about formation of “geber-” verb that is described
unloveble people and animals’ death in Turkey Turkish. These opinions
focuse on two points. First opinion is that geber- “to die” comes from kébe /
kebe ~ gebe “swollen, puffy, pregnant”. Second opinion is that geber is kabarverb’s binary format. In this paper, after it will be mentioned opinions of
researchers that research this word’s etymology, it will be criticized them. It
will be pointed it’s possible to prove that in Old Turkish kéber- ~ képer- is
about death case in different texts, it is not encountered kébe. It will be refered
to the contradiction that altough derivative (képer-) can be determined
recurrently, base (kébe-) was seen only after XIV. century. It will be
mentioned that képer- > geber- can be come from kép “style, form” base not
from képe ~ kébe that can be described as a conventional in Old Turkish. It
will be underlined there is opening like kép+er- in relatonship with base of kép
“style, form” and derivative of kébermek. In the meaning dimension, it will be
expressed that “(known outside) get a form” means that swelling of the body.
It will be supported that kép is base of geber- because of there are closed
vowel e (é) and long wovel in kép in Old Turkish by available evidence. It
52
�BİLDİRİ ÖZETLERİ - UTEK 2014
will be utilized for showing meaning semantic changes by context examples as
much as possible.
YABANCI DİL OLARAK TÜRKÇE ÖĞRETİMİNDE ORTAK
YÖNTEM YA DA YÖNTEMLERİN ARAYIŞINDA KARŞILAŞILAN
ENGELLER ÜZERİNE
Mustafa ÇETİN
İpek Üniversitesi, Ankara / Türkiy
Anahtar Kelimeler: Yabancılara Türkçe öğretimi, yöntem sorunu, yabanci dil
Türkçe.
ÖZET
Geçmişe uzanan tarihine rağmen yabancılara Türkçe öğretimi ya da yabancı
dil olarak Türkçe öğretimi son yirmi beş yılda özellikle de son on yılda özel
bir ilgi alanı haline gelmiştir. Başlangıçta her dilin öğretiminde olduğu gibi
klasik denilebilecek yöntemler, özellikle de dilbilgisi tercüme yöntemi
kullanılırken sonraları yeni arayışlara, daha yeni yöntemlere yönelinmiştir.
Dil öğrenimi ve öğretimi denilince genel anlamda Avrupa dillerinin öğrenimi
ve öğretimi esas alındığından ve yöntem, teknik, program diğer unsurlar bir
Avrupa dilini bir başka Avrupalının öğreneceği teziyle şekillendirildiği için bu
yöntemlerin olduğu gibi Türkçeye uyarlanması ve kullanılması mümkün
görünmemektedir. Bu ve benzeri durumlara bağlı olarak genelde tercih edilen
karma yöntemler kadar bir ya da iki yöntemin uyarlanması gibi yollara
başvurulduğu görülmektedir. Yöntemler hakkında yapılan çalışmaların da
hemen hemen hepsinin teorik kalmasına bağlı olarak yabancılara Türkçe
öğretimi sahasında pek çok problemin yanı sıra bir de yöntem sorunu ortaya
çıkmaktadır. Yöntem konusunu ikinci dereceye iten önemli etkenlerden biri
de Avrupa Ortak Dil Ölçütü Çerçevesinin, dilin nasıl öğretileceğini değil
neyin öğretileceğini benimseyen konu bazlı yaklaşımı da etkili olmuştur.
İkinci önemli etken kullanılan kitap ve malzemeye bağlı bir öğretim yolunun
şekilleniyor olmasıdır. Üçüncü önemli etken ise gerçekten etkin bir yöntem
bulunmamasına da bağlı olarak bireysel yolların sıklıkla tercih ediliyor
olmasıdır.
53
�BİLDİRİ ÖZETLERİ - UTEK 2014
ABSTRACT
Despite the history dating back the old times, teaching Turkish to foreigners or
teaching Turkish as a foreign language has been a field of interest for 25 years,
particularly for 10 years. Initially, classical methods which were used in other
languages teaching, especially Grammar-translation method was used; then
search for new methods came to the agenda. As the first languages are
European languages when it comes to language teaching, the methods,
techniques and programmes are fixed for European language teaching to a
European, it is not possible to teach Turkish using the same methods. Within
this frame, it is seen that applying one or two methods is preferred while
eclected methods are also used. There occurs many problem of method, beside
other problems in the area of teaching Turkish stemming from sticking to
theorical limitations of researchs. One of the most important factors that
makes method second problem is caused by Common European Language
Framework of Reference’s approach toward adopting what to teach, rather
than how to teach. Second important factor is that a teaching method based on
book and material is taking shape. Third important factor is that individual
methods are highly preferred because there is no really valid method.
CANDAN ERÇETİN'İN MİLYONLARCA KUŞTUK ŞİİRİNİN
MUHTEVASI VE KAYNAKLARI
Gencay ZAVOTÇU
Univerzitet U Tuzla /Bosna Hersek
Anahtar Kelimeler: Kuşlar, uçmak, yolculuk, yedi vâdi, Kâf Dağı.
ÖZET
Sanatçı,söz yazarı ve eğitimci Candan Erçetin tarafından yazılıp seslendirilen
Milyonlarca Kuştuk şiiri edebî, tasavvufî, ahlâkî, felsefî, hikemî v.d. alanlarda
geniş yelpazeli kültürel birikim yansıtan bir şiirdir. Bu şiir, zengin ve çok
yönlü bir kültürel birikimden beslenmenin yanında geçmiş ile bugün arasında
kültür aktarıcısı bir metin işlevine de sahiptir. Şiirin, görsel ve işitsel iletişim
54
�
Dublin Core
The Dublin Core metadata element set is common to all Omeka records, including items, files, and collections. For more information see, http://dublincore.org/documents/dces/.
Extent
The size or duration of the resource.
2717
Title
A name given to the resource
“GEBERMEK” FİİLİ NEREDEN GELİYOR
Author
Author
ŞEN, Serkan
Abstract
A summary of the resource.
Türkiye Türkçesinde, sevilmeyen insanlar ile değer verilmeyen hayvanların ölümünü anlatan gebermek fiilinin oluşumu hakkında değişik görüşler öne sürülmüştür. Bu görüşler iki noktada yoğunlaşmaktadır. İlki, geber-’in “şişkin, kabarık; hamile” manasındaki kébe / kebe ~ gebe sözünden geldiğidir. İkinci görüş ise sözcüğün kabar- fiilinin ikili biçimi olduğudur. Bildirimizde sözcüğün türeyişi üzerinde duran araştırmacıların yaklaşımları zikredildikten sonra bunların eleştirileri yapılacaktır. Eski Türkçede kéber- ~ képer- fiilini ölüm haliyle ilgili olarak değişik metinlerde tanıklamak mümkünken kébe sözcüğüne hiç rastlanılmamasına dikkat çekilecektir. Türev (képer-), defalarca tespit edilebilirken tabana (kébe-) ancak XIV. yüzyıldan sonra rastlanılmasının çelişki olduğu ifade edilecektir. képer- > geber- fiilini Eski Türkçede saymaca olarak nitelendirebileceğimiz képe ~ kébe sözü yerine kép “biçim, tarz” köküne götürebileceğimiz dile getirilecektir. kép “biçim, tarz” kökü ile kébermek türevi arasındaki ilişkide kép+er- şeklinde bir genişlemenin söz konusu olduğu vurgulanacaktır. Anlam boyutunda ise “(bilinenin dışında) bir biçim almak” ile bedenin şişmesinin kastedildiği ifade edilecektir. kép’in Eski Türkçede kapalı e (é) ile uzun ünlülü oluşunun geber- fiiline taban teşkil etmesini imkân sağladığı eldeki bulgularla desteklenecektir. Anlam geçişlerini göstermek üzere örnek bağlamlardan olabildiğince yararlanılacaktır. WHERE DOES THE VERB “GEBER-” COME FROM Key words: To die, pregnant, etymology, Old Turkish, Turkey Turkish. ABSTRACT There are different opinions about formation of “geber-” verb that is described unloveble people and animals’ death in Turkey Turkish. These opinions focuse on two points. First opinion is that geber- “to die” comes from kébe / kebe ~ gebe “swollen, puffy, pregnant”. Second opinion is that geber is kabarverb’s binary format. In this paper, after it will be mentioned opinions of researchers that research this word’s etymology, it will be criticized them. It will be pointed it’s possible to prove that in Old Turkish kéber- ~ képer- is about death case in different texts, it is not encountered kébe. It will be refered to the contradiction that altough derivative (képer-) can be determined recurrently, base (kébe-) was seen only after XIV. century. It will be mentioned that képer- > geber- can be come from kép “style, form” base not from képe ~ kébe that can be described as a conventional in Old Turkish. It will be underlined there is opening like kép+er- in relatonship with base of kép “style, form” and derivative of kébermek. In the meaning dimension, it will be expressed that “(known outside) get a form” means that swelling of the body. It will be supported that kép is base of geber- because of there are closed vowel e (é) and long wovel in kép in Old Turkish by available evidence. It will be utilized for showing meaning semantic changes by context examples as much as possible.
Publisher
An entity responsible for making the resource available
International Burch University
Date
A point or period of time associated with an event in the lifecycle of the resource
2014-05-23
Keywords
Keywords.
Article
PeerReviewed
Identifier
An unambiguous reference to the resource within a given context
ISSN 2303-582X
P Philology. Linguistics,PA Classical philology,PI Oriental languages and literatures,PN Literature (General)
-
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/2bc5b6c390d514838dd09a01720c1321.docx
98feeafd9bdd200f3c411752668840b6
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/ca7c8d64211919cbdf63081cbfda97f2.pdf
1add86301834ec547737866198a0d73c
PDF Text
Text
“HAYAT, YOLCULUKTUR” ALGISINDAN DİLE YANSIYANLAR
Aslıhan DİNÇER
Gediz Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, İzmir / Türkiye
Anahtar Kelimeler: Hayat, yol, yolculuk, metafor.
ÖZET
Bir dilsel metaforun hangi kavramsal metafora dayandığını bulmak, onu anlamak için
çoğunlukla daha dolaysız bir yoldur. Çünkü dildeki metaforlar, soyut fikirlerin dönüşümleri
olarak bir zihinsel süreçten, bir algılama biçiminden geçerek ortaya çıkarlar. Bu bakımdan dilin
ardındaki düşünceye ulaşmak, konuşurun ve ait olduğu toplumun dünyayı nasıl algıladığı,
olgular karşısında nasıl tavırlar aldığı hakkında da çok şey anlatır. Ancak tersten okumalar
yapmak da mümkündür. Yani metaforik bir kavramın nasıl ve ne tür metaforik ifadelere
dönüştüğünün de izi sürülebilir. Nitekim bu bildiride de aynı noktadan yola çıkılmış ve hayat
kavramının yolculuk kavramı ile birleştirilmesinden doğan hayat yolculuktur fikrinin dile nasıl
yansıdığı üzerinde durulmuştur. Hayat, yolun başına gelmekle başlar, yolda yürümekle devam
eder, yolu tamamlamakla sona erer. Yol biterse hayat da biter. Yolun da hayatın da uzunluğu
değişkendir. Dümdüz, inişli çıkışlı, dolambaçlı olması veya engeller içerip içermemesinin
beraberinde getirdiği dil malzemesi de çeşitlidir. “Dünyaya geldiğim anda / Yürüdüm aynı
zamanda / İki kapılı bir handa / Gidiyorum gündüz gece” sözlerinde özet ifadesini bulan bu
algılama biçiminin geçmişten bugüne Türk dili tarihi içinde dikkati çeken başka hangi örnekleri
bulunmaktadır? Bu bildiri bunun üzerine kuruludur.
�
Dublin Core
The Dublin Core metadata element set is common to all Omeka records, including items, files, and collections. For more information see, http://dublincore.org/documents/dces/.
Extent
The size or duration of the resource.
2313
Title
A name given to the resource
“HAYAT, YOLCULUKTUR” ALGISINDAN DİLE YANSIYANLAR
Author
Author
DİNÇER, Aslıhan
Abstract
A summary of the resource.
Anahtar Kelimeler: Hayat, yol, yolculuk, metafor. ÖZET Bir dilsel metaforun hangi kavramsal metafora dayandığını bulmak, onu anlamak için çoğunlukla daha dolaysız bir yoldur. Çünkü dildeki metaforlar, soyut fikirlerin dönüşümleri olarak bir zihinsel süreçten, bir algılama biçiminden geçerek ortaya çıkarlar. Bu bakımdan dilin ardındaki düşünceye ulaşmak, konuşurun ve ait olduğu toplumun dünyayı nasıl algıladığı, olgular karşısında nasıl tavırlar aldığı hakkında da çok şey anlatır. Ancak tersten okumalar yapmak da mümkündür. Yani metaforik bir kavramın nasıl ve ne tür metaforik ifadelere dönüştüğünün de izi sürülebilir. Nitekim bu bildiride de aynı noktadan yola çıkılmış ve hayat kavramının yolculuk kavramı ile birleştirilmesinden doğan hayat yolculuktur fikrinin dile nasıl yansıdığı üzerinde durulmuştur. Hayat, yolun başına gelmekle başlar, yolda yürümekle devam eder, yolu tamamlamakla sona erer. Yol biterse hayat da biter. Yolun da hayatın da uzunluğu değişkendir. Dümdüz, inişli çıkışlı, dolambaçlı olması veya engeller içerip içermemesinin beraberinde getirdiği dil malzemesi de çeşitlidir. “Dünyaya geldiğim anda / Yürüdüm aynı zamanda / İki kapılı bir handa / Gidiyorum gündüz gece” sözlerinde özet ifadesini bulan bu algılama biçiminin geçmişten bugüne Türk dili tarihi içinde dikkati çeken başka hangi örnekleri bulunmaktadır? Bu bildiri bunun üzerine kuruludur.
Publisher
An entity responsible for making the resource available
International Burch University
Date
A point or period of time associated with an event in the lifecycle of the resource
2013-05-17
Keywords
Keywords.
Article
PeerReviewed
Identifier
An unambiguous reference to the resource within a given context
ISSN 2203-4548
-
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/41f665a9fdc6dac7b216c6b61d0ef6f4.docx
aafa03e3f4c28cc0da7cb3a66ff2eb82
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/1dc5684290dc5faa22c44b4abae868bc.pdf
0f6f383a9a20664b81ef3ff6ca57d7dc
PDF Text
Text
“ISSIZLIĞIN ORTASINDA GEÇ KALMIŞ ÖLÜ”NÜN KİMLİK ARAYIŞI VE
AİT OLAMAMA DİYALEKTİĞİ
Gökçen SEVİM
Ardahan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
Ardahan / Türkiye
Anahtar Kelimeler: Mehmet Eroğlu, yabancılaşma, kimlik arayışı.
ÖZET
Türkiye’de 1960’lı ve 1970’li yıllar arasında yaşanan siyasal ve toplumsal durum ile bağlantılı
olarak, kendini Sosyalist kökenli Marksist olarak gören Mehmet Eroğlu; toplumda meydana
gelen “yabancılaşma” ile doğru orantılı olarak gelişen gerçeklik ve bu gerçekliğin karşısında,
kimlik arayışına giren bireyin ruhsal açmazlarını irdeler. Mehmet Eroğlu, “Issızlığın Ortası” ve
“Geç Kalmış Ölü” romanlarında dış dünyaya yabancılaşan bireyin modern dünyanın olgularına
yenilişini, edilgen hâle gelişini ele alır. Bireyin, “kimlik arayışı” nı, “kendinden kaçış” ını,
yaşama ve kendine olan inancını yitirişini ve sonuçta da “kendini bir yere ait hissedememe” sini;
karakterlerin ruhsal çözümlemelerini yaparak ifade eder. Çalışma iki ana bölümden meydana
gelmektedir. Birinci bölümde, yazarın hayatı ve edebî kişiliği ele alınmıştır. İkinci bölümde, ait
olamama ve kimlik arayışı izlekleri temel alınarak belli başlıklar halinde açımlanmıştır. Çıkarım
bölümünde ise, çalışma ile ilgili toparlayıcı, genel yargılara yer verilerek, çalışma
tamamlanmıştır.
�
Dublin Core
The Dublin Core metadata element set is common to all Omeka records, including items, files, and collections. For more information see, http://dublincore.org/documents/dces/.
Extent
The size or duration of the resource.
2182
Title
A name given to the resource
“ISSIZLIĞIN ORTASINDA GEÇ KALMIŞ ÖLÜ”NÜN KİMLİK ARAYIŞI VE AİT OLAMAMA DİYALEKTİĞİ
Author
Author
SEVİM, Gökçen
Abstract
A summary of the resource.
Anahtar Kelimeler: Mehmet Eroğlu, yabancılaşma, kimlik arayışı. ÖZET Türkiye’de 1960’lı ve 1970’li yıllar arasında yaşanan siyasal ve toplumsal durum ile bağlantılı olarak, kendini Sosyalist kökenli Marksist olarak gören Mehmet Eroğlu; toplumda meydana gelen “yabancılaşma” ile doğru orantılı olarak gelişen gerçeklik ve bu gerçekliğin karşısında, kimlik arayışına giren bireyin ruhsal açmazlarını irdeler. Mehmet Eroğlu, “Issızlığın Ortası” ve “Geç Kalmış Ölü” romanlarında dış dünyaya yabancılaşan bireyin modern dünyanın olgularına yenilişini, edilgen hâle gelişini ele alır. Bireyin, “kimlik arayışı” nı, “kendinden kaçış” ını, yaşama ve kendine olan inancını yitirişini ve sonuçta da “kendini bir yere ait hissedememe” sini; karakterlerin ruhsal çözümlemelerini yaparak ifade eder. Çalışma iki ana bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölümde, yazarın hayatı ve edebî kişiliği ele alınmıştır. İkinci bölümde, ait olamama ve kimlik arayışı izlekleri temel alınarak belli başlıklar halinde açımlanmıştır. Çıkarım bölümünde ise, çalışma ile ilgili toparlayıcı, genel yargılara yer verilerek, çalışma tamamlanmıştır.
Publisher
An entity responsible for making the resource available
International Burch University
Date
A point or period of time associated with an event in the lifecycle of the resource
2013-05-17
Keywords
Keywords.
Article
PeerReviewed
Identifier
An unambiguous reference to the resource within a given context
ISSN 2203-4548
-
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/0e4bd3939da73f9e4c590f13a8ec48eb.docx
1fcc0626851e9116c88ddeab9374a9bf
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/d323d688d15bbf5463cce40768658b89.pdf
d4f9077614b3f28937d6e305fcf2a1c7
PDF Text
Text
Dr sc. Edin Mutapčić, vanredni profesor
Pravni fakultet Univerziteta u Tuzli
“ISTOČNO PITANJE” I BOSNA I HERCEGOVINA
PERIOD RAVNOTEŽE (1699-1774)*
Sažetak
U ovom radu se pokušava dati historiografski odgovor o počecima
problematike „Istočno pitanje“. Autor obrađuje navedeno pitanje u periodu
tzv. „perioda ravnoteže“ jer u navedenom periodu iako je prisutno konstantno
slabljenje Osmanskog carstva, ona organizacijom svojih unutarnjih snaga
uspjeva u velikoj mjeri odoliti najezdama svjetskih sila, Habsburškog i
Ruskog carstva, sve do Kučuk Kajnardžijskog mirovnog sporazuma iz 1774.
godine. Poslije ovog rata, u ambicijama dvorova ova dva suparnika
Osmanskog carstva pitanje zaostavštine je glavno političko pitanje obje
monarhije, te se stvaraju planovi za konačnu likvidaciju Osmanskog carstva.
Dakle, opsada Beča i“Veliki rat” (1683-1699) koji je uslijedio predstavljaju
ujedno i početak jednog dekadentnog perioda osmanske historije, ali gotovo
jedno stoljeće je prisutna teorija „nekog čuda“ koje će Osmanlijama vratiti
„staru slavu“.
Ključne riječi: Istočno pitanje, Osmansko carstvo, Bosanski ejalet,
Habsburško carstvo, Rusija, demografija, pravo.
335
�Edin Mutapčić: “ISTOČNO PITANJE” I BOSNA I HERCEGOVINA PERIOD RAVNOTEŽE (1699 1774)
"THE EASTERN QUESTION" AND BOSNIA AND
HERZEGOVINA – THE EQUILIBRIUM PERIOD (16991774)*
Abstract
This paper tries to give an answer on a historical beginnings issues
"The Eastern Question". The author deals with this question in the so-called
"Equilibrium period" because in that period, although we have constant
weakening of the Ottoman Empire, it is the organization of its internal forces
managed to largely resist invasions of world powers like Habsburg and
Russian empires until Kucuk Kaynarjy Peace Agreement in 1774. After the
war, the ambitions of the two rival courts Ottoman legacy issue becomes a
major political issue for both monarchies after which they started creating
plans for the final liquidation of the Ottoman Empire. Thus, the siege of
Vienna and the" Great War" (1683-1699) that followed also represent the
beginning of a decadent period of the Ottoman history, but nearly a century
has been theory been present of " a miracle"that will restore the Ottomans"
old glory ".
Key words: Eastern question, the Ottoman Empire, Bosnian Eyalet,
Habsburg Empire, Russia, demography, law
336
�ZBORNIK RADOVA - Međunarodna naučna konferencija „Javni i privatni aspekti nužnih pravnih
reformi u BiH: Koliko daleko možemo ići?“
UVOD
Navedeni termin („Istočno pitanje“; res Orientales) u evropskom
diplomatskom i historiografskom rječniku se uglavnom svodi na status
osmanske političke baštine. U prvom planu zbog snage evropskih sila, to je
ona teritorija koje je Osmansko carstvo držalo prvenstveno u jugoistočnoj
Evropi, (Vlaška, Moldavija, Krim, Srbija, Bugarska, Grčka, Albanija,
Makedonija, Bosna) i na Sredozemlju (otoci ovog mora, kao i otoci njemu
pridruženih mora). Slabljenjem carstva ova problematika je proširena na
cjeloukupnu osmansku zaostavštinu. Tako u opseg navedene problematike
ulaze i oni prostori gdje dominantno živi muslimansko stanovništvo, kao što
su: Bliski i Srednji Istok (Sirija, Libanon, Arabija, Palestina, Irak) i Sjeverna
Afrika (Egipat, Tunis, Alžir, Libija).1
Dakle, da preciziramo „u užem smislu to je pitanje koje se ticalo
postanka i opstanka Osmanske carevine kao muslimanske države u Evropi“.
Uslijed gore navedenih specfičnosti vremenom se to pitanje proširilo i na
pitanje „opstanka Osmanske carevine na Balkanskom poluotoku i u istočnom
Sredozemlju (Levantu)“.2
1. Nastanak Istočnog pitanja
Sam termin Istočno pitanje (Res Orijentalis) prvi puta se u evropskoj
javnosti upotrebljava poslije pomorske bitke kod Lepanta 1571. godine.3 Ova
bitka predstavlja početak kraja mita o nepobjedivosti Osmanskog carstva kod
evropljana.4 U diplomatskim krugovima termin Istočno pitanje se prvi puta
susreće na Kongresu Sv. alijanse u Veroni 1822. godine.5
*Ovaj članak predstavlja nastavak rada koji je prezentiran na naučnom skupu pod naslovom
„Bosanskohercegovačke pravne tradicije u procesu prilagodbe pravnim tekovinama Evropske unije”
koji je održan u Zenici, 6. XII 2013. godine u organizaciji International Burch university i Pravnog
fakulteta u Zenici.
1
Mustafa Imamović, Historija države i prava Bosne i Hercegovine, Magistrat, Sarajevo, 2003., 191.
2
M. Imamović, Historija države i prava BiH, 191.
3
Fikret Karčić, „Istočno pitanje“ paradigma za historiju Muslimana Balkana u XX vijeku, u Šerijatsko
pravo – reformizam i izazovi modernosti, hrestomatija tekstova i eseja, www.bosnammedia.com,
Sarajevo, 2009. (dalje: F. Karčić, „Istočno pitanje“), 168.
4
U pomorskoj bici 7. oktobra 1571. godine, kod Lepanta (današnji Navpaktos u Grčkoj; na sjevernoj
obali ulaza u Korintski zaliv) sukobile su se snage „Svete lige“ (Mletačka Republika, Španjolska,
papa, Malta, Savoja, Genova) protiv flote Osmanskog Carstva. Više: Lovorka Čoralić - Ivana Prijatelj
Pavičić, Ivan iz Vrane – mletački admiral u Lepantskom boju (1571.), Povijesni prilozi, Hrvatski
institut za povijest, Vol.29, Zagreb, 2005., 128.
337
�Edin Mutapčić: “ISTOČNO PITANJE” I BOSNA I HERCEGOVINA PERIOD RAVNOTEŽE (1699 1774)
Historičari koje se bave Istočnim pitanjem nastanak ovog problema su
različito datirali. Za jedne on je počeo prvim uzmicanjem Osmanskog carstva
poslije bezuspješne opsade Beča 1683. godine, odnosno okončanjem rata
mirovnim ugovorom u Sremskim Karlovcima 1699. godine. Sam termin prvi
puta se u evropskoj javnosti upotrebljava poslije pomorske bitke kod Lepanta
1571. godine.6
Međutim, pomnom analizom događaja, teško se može prihvatiti
apsolutno, periodizacija koja je prisutna u ex jugoslavenskoj historiografiji, u
kojima se period do Bečkog rata naziva „prethistorijom“ Istočnog pitanja“, a
njegov početak se vezuje za navedeni rat. Sa druge strane, u zapadnjačkoj
literaturi imamo činjenicu da u dijelu literature početak ovog problema vezuju
za Kučuk Kajnardžijski mir 1774. godine.7 I doista poslije ovog mirovnog
ugovora u evropskom diplomatskom vokabularu počinje da se upotrebljava
sentencija „bolesnik sa Bosfora“ kao opis tadašnjeg stanja Osmanskog
carstva. U tom trenutku u svijesti samih osmanskih vladara se gubi se vjera u
drugu „Hudajbiju“ i rješenje vide u evropeizaciji Osmanskog carstva.
Naravno, to posmatrati sa „balkanske tačke gledišta“ uvijek stavlja pitanje
potencijalne opasnosti i pristranosti u koju historičar može da upadne. Čest
pristup istraživanja ovog pitanja je izrazito „antiosmanski“ sa unaprijed i
vječno postavljenim pravima određenih vjerskih, civilizacijskih i dr. skupina
na određeni prostor. Naravno, u svemu tome prednjače zastupnici
civilizacijskog sukoba, koji prostor žele podijeliti između civilizacija, pri
čemu za tu podjelu je temelj vjerska povezanost većeg dijela tog prostora te
na taj način postoje evropske i azijske religije.
Gledajući u cjelini historiju Osmanskog carstva, veoma se jasno
uočava da prvi znaci krize i značajnijih teritorijalnih gubitaka, se događaju
upravo 1699. godine. Prema tome, neminovno bi bilo vezivanje početka ovog
problema za rezultate Velikog rata (1683-1699).
Vrlo slikovito je to prikazao hrvatski historičar Franjo Rački koji
period Osmanske prisutnosti na Balkanu dijeli na „dva dijela, tj. na plimu i
oseku turskih osvajanja“. „U doba plime čitava je Evropa napela svoje
5
Vasilj Popović, Istočno pitanje-istorijski pregled borbe oko opstanka Osmanlijske carevine u Levantu
i na Balkanu, drugo izdanje, Sarajevo, 1965., 3. (nadalje: V. Popović, n. dj.).
6
F. Karčić, „Istočno pitanje“ paradigma za historiju Muslimana Balkana u XX vijeku, 168.
7
A. L. Macfie, The Eastern Question 1774-1923 , Longman, London - New York, 1989., 2.-3.
338
�ZBORNIK RADOVA - Međunarodna naučna konferencija „Javni i privatni aspekti nužnih pravnih
reformi u BiH: Koliko daleko možemo ići?“
materijalne i umne snage da zaustavi tursko nadiranje, a u doba oseke
evropska diplomacija 'tare si glavu' kako da 'uzdrži, ojača i pomladi turstvo
na iztoku'“.8 Naravno Rački je pisao u vrijeme kada je problematika ovog
pitanja bila na vrhuncu sa jasno izraženim „antiosmanskim“ stavom.9
Analizirajući ove događaje i sa aspekta bosanskohercegovačke
historiografije također se nameće isti problem, jer ova mala državica je
gotovo dva stoljeća bila bastion Orijenta prema Zapadu. Naravno, ratovi koji
su rješavani tokom istočnog pitanja debelo su se utkali u današnji
bosanskohercegovački mehanizam. Tu prije svega mislimo, na formiranje
bosanskohercegovačkih granica koje su se postepeno „štucovali“ u svakom
ratu koji je vođen tokom trajanja ovog pitanja. Međutim, u prvi plan, kao
rezultat uspješnosti u odbrani bosanskih granica, moramo staviti današnju
demografsko-vjersku strukturu Bosne i Hercegovine, jer ona je isključivo
rezultat tog otpora. Već mir u Sremskim Karlovcima je u jednoj grubljoj
varijanti odredio današnje bosansko-hercegovačke granice. One su neznatno
mijenjane u brojnim ratovima koji su vođeni na ovim prostorima do
Berlinskog kongresa 1878. godine.10 Osmansko carstvo poslije neuspješnog
Bečkog rata (1683) godine Karlovačkim mirom (1699) godine gubi sve svoje
teritorije na području Ugarske izuzev Banata, zatim Slavoniju, te Srijem - do
linije povučene od ušća Tise do ušća Bosuta. Ovim ratom Bosanski ejalet
postaje pogranično područje sa sjevera (rijeka Sava), zapada – prema
Habsburškom carstvu, dok sa juga uspostavlja se granična linija sa
Mletačkom republikom. U ratu Mletci su dobili Moreju (Peloponez), a u
Dalmaciji, na račun Bosanskog ejaleta, razgraničenje je išlo do sat hoda
unutar linije koja spaja: Knin, Vrliku, Zadvarje, Vrgorac i Gabelu (na
Neretvi).11 Uspjesi Rusije u ovom ratu svodili su se na vezivanje krimskih
Tatara za sebe. Međutim, na mirovnim pregovorima, Rusija je mirom u u
Carigradu, 1700. godine dobila Azov, te oslobađanje od obaveze plaćanja
danka krimskom hanu.12 Ratne okolnosti su Bosanski ejalet ostavile krnjavim
8
Dragutin Pavličević, Franjo Rački i Istočno pitanje (1860—1885), Zbornik, Odsjeka za povijesne
znanosti Zavoda za povijesne i društvene znanosti HAZU/ Zbornik Zavoda za povijesne znanosti IC
JAZU / Zbornik Historijskog zavoda JA / Zbornik Historijskog instituta JA, Vol.9 , Zagreb, 1979.,
190.
9
Ibidem, 185-216.
10
Grupa autora, Bosna i Hercegovina od najstarijih vremena do kraja Drugog svjetskog rata, BKC,
Sarajevo, 1998.,133-220.
11
Grupa autora, Historija naroda Jugoslavije, knjiga II, Zagreb – Beograd, 1959., 827-828.
12
Azov je grad i luka na Donu, 8 km udaljena od Azovskog mora. Ovaj grad je u osmanlijskom posjedu
od 1471. godine. Njegovim dobijanjem ruski car Petar Veliki (1689-1725), započinje sa gradnjom
339
�Edin Mutapčić: “ISTOČNO PITANJE” I BOSNA I HERCEGOVINA PERIOD RAVNOTEŽE (1699 1774)
“bez cijelog Cerničkog, Požečkog i Ličkog, te dijelova Kliškog i
Hercegovačkog sandžaka”. Istovremeno ovaj skučeni prostor predstavljao je
utočište za brojne pripadnike islamske vjere koji su prognani sa ranije
spomenutih područja koja su pripala Habsburgovcima i Mletcima.13
2. Rat (1736 – 1739) i Beogradski mirovni sporazum
Tako su odredbe mirovnog sporazuma iz Jedrena, 1720. godine,
omogućile Rusiji slobodnu trgovinu na kopnu, sa Osmanskim carstvom i
pravo držanja svog poslanika na Porti. Tom prilikom, Rusija se obavezala da
neće prodirati u Poljsku, sa izuzetkom u slučaju, strane intervencije u njoj.14
U novonastalim okolnostima ruska ekspanzija jedino je moguća prema
Perzijskom carstvu, gdje se ruski interesi podudaraju, sa interesima
Osmanskog carstva. Tako su se kao saveznici, u ratu protiv Perzije, našli
vječiti suparnici: Osmansko carstvo i Rusija. Savezništvo je bilo kratkog
vijeka, jer se Perzija, odnosno obale Azovskog mora, pokazale kao težak
zalogaj za Rusiju. Međutim, poslije neuspješnih ofanzivnih akcija u Perziji,
Rusija, ne obazirući se na odredbe ugovora iz Jedrena, upliće u probleme u
Poljskoj.15 Rusija koristi zauzetost Osmanskog carstva ratom u Perziji i želi
da preduhitri moguću Portinu reakciju, poslije završetka rata, te joj objavljuje
rat. Taj izazov Porta je prihvatila i tako je došlo do novog rata između
Osmanskog carstva i Rusije.16 Sam početak rata, bio je povoljan za Rusiju,
koja je zauzela Azov i opustošila tatarske teritorije.
flote, koja će kasnije nanositi teške poraze osmanskoj vojsci. Ujedno to predstavlja početak realizacije
ruske politike za izlazima na topla mora. (Mustafa Spahić, Povijest islama, El-Hidaja, Sarajevo,
1996., 436.; V. Popović, n.dj., 75-76.
13
Isto.
14
Joseph von Hammer, Historija Turskog (Osmanskog) carstva Historija Osmanskog carstva, knj. III,
Zagreb, 1979., 123-141.
15
M.Imamović, Historija Bošnjaka,BZK Preporod, Sarajevo, 2007., 297.i V. Popović, n.dj., 81. Rusija
potpomaže dolazak na prijesto Augusta III Saksonskog, umjesto Stanislava Lešćinskog. S druge
strane, Poljska je Osmanskom carstvu potrebna kao kordon protiv Rusije i kao faktor stabilnosti na
gornjem Podunavlju ( V. Popović, n.dj., 81). Tada je Osmansko carstvo vodilo rat sa Perzijom,koji je
za njih bio mnogo značajniji, jer u Perzijskom carstvu, su dominirali Iranci kao predstavnici šiitskog
islama, za razliku od Turaka koji su sa sultanom-halifom na čelu bili pobornici sunitskog islama (J.
Hammer, Historija Osmanskog carstva, knj .III,158-159.).
16
Rusija, pod optužbom da Tatari povrjeđuju ruski teritorij, objavi rat Porti. (J. Hammer, Historija
Osmanskog carstva, knjiga III, 155-156.). Iako je rat otpočeo u dosta nezgodnom trenutku po
Osmansko carstvo, ipak je to bio period kada ono doživljava modernizaciju, primjenom mnogih
pozitivnih evropskih iskustava. Takvo stanje Carstvo duguje velikom veziru Damad Ibrahim-paši i
njegovom periodu „lala“ (1717-1730); Vidi: M. Imamović, Historija Bošnjaka, 296-297.
340
�ZBORNIK RADOVA - Međunarodna naučna konferencija „Javni i privatni aspekti nužnih pravnih
reformi u BiH: Koliko daleko možemo ići?“
Bošnjaci kao sastavni dio osmanske vojske, učestvovali su u svim
ratovima koje je vodilo Osmansko carstvo. Tu treba prije svih drugih,
spomenuti ratove, koje je Osmansko carstvo vodilo u Perziji i protiv Rusije.
U borbama protiv Rusije za Bošnjake je pogotovo bio tragičan rat, 1737.
godine, vođen kod Ozije.17 Ulaskom Habsburške carevine u sukob, za
Bošnjake, rat poprima jednu novu dimenziju. U tom ratu Bošnjaci su ostali
bez svoje vojne elite, koja je otpremljena na front prema Rusiji, kao i bez
značajnije podrške centralne vlasti. Ipak sve te okolnosti nisu ih spriječile
(Bošnjake) da pruže snažan otpor i odnesu pobjedu u bici kod Banjaluke,
4.VIII 1737. godine, i time ispišu jednu od najljepših stranica bosanske
historije i samosvijesti.18 Upravo ovom pobjedom, kao i kasnijim pobjedama
na ratištima Bosne i Srbije, Bošnjaci, ne samo da su sačuvali postojeće
teritorije, nego su uspjeli protjerati neprijatelja na prirodnu među Bosne,
rijeku Savu. Ovi uspjesi su bili jedan od glavnih razloga što je Bosanski
pašaluk na mirovnim pregovorima, u Beogradu (1739), uspio povratiti
teritorije, koje je od Habsburškog carstva izgubio Požarevačkim mirom
(1718). Nepovoljne ratne okolnosti u Bosni i Srbiji natjerali Habsburško
carstvo da potpiše poprilično nepovoljan mir u u Beogradu.19 Ovaj mir je
sklopljen uz francusko posredovanje između Habsburškog i Osmanskog
carstva, 1. IX 1739. godine. Po njemu je Austrija povukla svoje granice na
Savu i Dunav, pri čemu je predala i opkoljeni Beograd.20 Na taj način vodeću
ulogu u politici Istočnog pitanja, u narednom periodu, preuzela je Rusija.
17
O bici pod Ozijom vidi historijsko svjedočanstvo Ahmeda Hadžinesimovića u djelu: Omer
Novljanin-Ahmed Hadžinesimović, Odbrana Bosne 1736-1739. Dvije bosanske kronike, Bošnjačka
knjiga, Islamska pedagoška akademija, Zenica,1994., 97-140 (nadalje: Dvije bosanske kronike). O
istoj bici postoji narodna pjesma “Boj pod Ozijom”, dok je Safvet beg Bašagić pod istim naslovom
napisao dramu u stihovima.
18
Hamdija Kreševljaković, Bitka pod Banjalukom 4.VIII 1737., Izabrana djela IV, "Veselin Masleša",
Sarajevo, 1991., 5-22.; Dvije bosanske kronike, 7-96.
19
Rusija i Austrija su prije početka rata imale sporazum o podjeli Osmanskih teritorija,po kome bi
Rusiji pripao Krim,Azov i dijelovi Vlaške i Moldavije; a Austrija Bosna i Albanija do ušća Drima.
(Vidi: M. Imamović, Historija Bošnjaka, 297.). Kada je počeo rat, Austrija je uz pomoć Engleske i
Nizozemske sazvala mirovni kongres u Nimirovu (august-oktobar 1737). U pripremi samog kongresa,
Austrija je planirala da uđe u rat protiv Osmanskog carstva, te da osvojiti što više teritorija
Osmanskog carstva u Bosni i Srbiji,tako da kongres čiji je ona incijator,praktično potvrdi te planirane
ratne dobitke (V. Popović, n.dj., 81-82.). Tom prilikom Rusija je tražila Azov,Krim i slobodnu
trgovinu Crnim morem,te nezavisnost Vlaške i Moldavije pod ruskim protektoratom(V. Popović,
n.dj., 83-84).
20
Time se Austrija povlači sa Balkanskog poluotoka, prihvatajući teritorijalno razgraničenje koje je
postojalo prije mirovnog ugovora u Požarevcu, 1718. godine(V. Popović,n.dj., 83.).
341
�Edin Mutapčić: “ISTOČNO PITANJE” I BOSNA I HERCEGOVINA PERIOD RAVNOTEŽE (1699 1774)
Napuštena od svog saveznika, Rusija, se našla u veoma teškoj
situaciji. Sa sjevera je prijetila mogućnost izbijanja rata sa Švedskom, dok na
frontu prema Osmanskom carstvu, nema većih uspjeha.21 Tako su nastale
okolnosti za sklapanje mira, kojim se Rusija odrekla svih teritorijalnih
dobitaka u ratu, uz dodatnu obavezu rušenja Azova, čiji okolni prostor je
morao ostati nenaseljen. Rusija je na Crnom moru, mogla trgovati samo
turskim brodovima. Na skupu je ruska diplomatija pokušavala privolit Portu
da prizna rusku carsku titulu, što je od strane Porte odloženo za naredni
period.22 Ovo je bio posljednji uspješan rat Osmanskog carstva u okviru
Istočnog pitanja.
Ratovi koji su u okviru Istočnog pitanja vođeni između Osmanskog
carstva i Rusije(1768-1774), ne miješanjem Austrije, u velikoj mjeri su
poštedili Bosnu, ali da ipak po Bošnjake ne bude sve tako sjajno, pobrinuo se
Šćepan Mali (1766-1774). On je stao na čelo crnogorske pobune, odbivši da
plaća harač, te je otpočeo sa razbojničkim akcije na okolnim područjima
carstva.23 Navedeni rat (1768 – 1774) bio je veoma nepovoljan za Osmanlije.
Mirovni sporazum vođen je u Kučuk-kajnardžiju (u bugarskoj Dobrudži),
između 10-21. jula 1774. godine. Na ovom skupu Rusija se odrekla slijedećih
teritorija, koje je bila osvojila u ratu: Vlaške, Moldavije, Besarabije i ostrva u
Arhipelagu. Istovremeno je zadržala crnomorsku obalu između Dnjepra i
Buga, izuzev Ozije. Isto tako luke Azov, Janikale i Kerč sa okolnim
područjem su pripale Rusiji.24 Za Rusiju od posebnog značaja je bilo
pripajanje krimskih Tatara, kao i izlazak na Crno more, a preko njega
trgovina sa Sredozemljem. U toj trgovini Sredozemljem Rusiji je dobila
položaj povlaštene države, što su već od ranije imale Engleska i Francuska.
Rusija je imala pravo da drži svog predstavnika u Carigradu, te da otvara
konzulate u drugim dijelovima Carstva. Porta se obavezala da će u svim
budućim aktima upotrebljavati rusku „carsku titulu“, te je obećala amnestiju
za sve učesnike u ratu.25 Rusija je dobila protektorat nad osmanlijskim
21
Sklapanja mira, Porta će stupiti u odbrambeni savez sa Švedskom. (V. Popović, n.dj., 83-84).
Austrija i Rusija, se u narednih periodu moraju pozabaviti svojim unutrašnjim problemima. Iz
mirovnih ugovora, 1739., najveću korist je izvukla Francuska, koja preuzela vodeću ulogu u
levantskoj trgovini (V. Popović, n.dj,. 84-85.).
23
Istorijski leksikon Crne Gore, Podgorici, 2006., 1129-1130.
24
J. Hammer, Historija Osmanskog carstva, 252-253.;V. Popovoć, n.dj., .88-90.; M. Imamović,
Historija Bošnjaka, 319-320.
25
Insistiranje na carskoj tituli u ovim i ranijim mirovnim pregovorima se može protumačiti,planovima
velikoruske ekspanzije na Bosfor i zauzimanja Carigrada, na koji bi Rusija imala pravo kao
"nasljednik Bizantijskog carstva". Jer kada je došlo do Crkvenog raskola 1054. godine,kršćanstvo je
22
342
�ZBORNIK RADOVA - Međunarodna naučna konferencija „Javni i privatni aspekti nužnih pravnih
reformi u BiH: Koliko daleko možemo ići?“
vazalnim kneževinama Vlaškom i Moldavijom, kao i nad svim kršćanima
carstva.26 „Mir u Kučuk-Kajnardžiju dao je Rusiji slobodan izlaza na Crno
more, učinio ju je crnomorskom silom, i otvorio joj trgovačku vezu sa
Sredozemnim morem kroz moreuze, dao joj neku vrstu protektorata nad
Vlaškom i Moldavijom i nad pravoslavnom crkvom i stanovništvom u
Osmanskom carstvu. Tim je udarena osnovica ruskoj politici, koja je preko
protektorata nad kršćanima težila za protektoratom nad Osmanskim carstvom,
sve dok nije na Pariškom kongresu 1856. godine taj ruski protektorat
zamijenjen Evropskim.“27 Iako je Istočno pitanje otvoreno prvim uzmicanjem
Osmanskog carstva na evropskom tlu, poslije ovog mirovnog sporazuma
otvara se problema sa baštinom „bolesnika na Bosforu“28 jer Osmansko
carstvo je bilo sve slabije i njegov opstanak u velikoj mjeri je ovisio o
interesnim sferama velikih sila. Iako je bilo bezbroj pokušaja rehabilitacije
Osmanskog carstva, ona se nikada nije ostvarila.
Rusija je 1783. godine anektirala tatarski Krim, što je bilo u
suprotnosti sa prethodnim mirovnim sporazumom. Samim time, Osmanlije su
izgubile najelitniju vojnu komponentu u odbrani crnomorskih područja. Ovoj
ruskoj akciji diplomatsku pomoć su pružile Austrija, Francuska i Engleska,
tako da je Porta i pored ratnih priprema, odlučila da prizna aneksiju. Nešto
kasnije, Austrija je izvršila vojno zaposjedanje osmanske Bukovine, da bi
diplomatskom akcijom dobila saglasnost Porte za to osvajanje. Tragične
posljedice po Portu, ostavila je prva i druga podjela Poljske, čime su Austrija,
Pruska i Rusija uspostavile ravnoteža u tom regionu. Posljedica toga je
preusmjeravanje ofanzivnih akcija Austrije i Rusije prema Osmanskom
carstvu.29
podijeljeno na katoličko i pravoslavno. Rusija je u to vrijeme bila jedina samostalna pravoslavna
država, pa je razvila neku svojstvenu sebi ideologiju, da joj po tome pripada Carigrad.
26
Isto tako,sultan je kao halifa,imao pravo zaštite muslimanskog stanovništva na teritoriji Rusije, kao i
tatarskog kaganata.(M. Imamović, Historija Bošnjaka, 320).
27
V. Popović, n.dj., 89.
28
Ovaj dijagnosticirani termin prvi je uveo u upotrebu ruski car Nikola I (1825-1855). Vidi: M.
Imamović, Historija Bošnjaka, 320.
29
Austrija i Rusija, plašile su se rehabilitacije Osmanskog carstva te zbog toga, 1781. godine,
obnavljaju ugovor o savezništvu, iz kojeg će proizaći memorandum, carice Katarine, austrijskom caru
Josipu II, 10. IX 1782. godine. Ovim memorandumom je predviđeno razbijanja i raspodjele
evropskih provincija Osmanskog carstva, na sljedeći način:
-ujedinjenjem Besarabije,Vlaške i Moldavije koje je trebalo oduzeti Osmanskom carstvu stvorila bi
se država pod, antičkim, nazivom Dakija. Za vladara ove države Katarina je predlagala svog
miljenika Potemkina.
343
�Edin Mutapčić: “ISTOČNO PITANJE” I BOSNA I HERCEGOVINA PERIOD RAVNOTEŽE (1699 1774)
S druge strane, zaštitarska strana pravoslavnog stanovništva se ogleda
kroz konstantno potpirivanje pravoslavnog stanovništva na Balkanskim
prostorima na otpor osmanskoj vlasti. Navedene okolnosti uvjetovali su da
tokom XVIII stoljeća u Bosni javljaju česte pobune, kao rezultat raznih
nezadovoljstava, tako i zbog socijalnih problema. Ipak u ovom periodu je
primjetna kompaktnost stanovništva i njihova vezanost za Bosnu, bez obzira
na vjersku pripadnost. Iako je bilo međukršćanske solidarnosti, u toku ratova
ona, u Bosni, nije imala odjek kao u drugim provincijama Carstva. Izuzetak
predstavlja djelovanje uskočko-hajdučkih bandi.30
Ratne okolnosti proizašle iz rusko-osmanskog rata (1768-1774) i
općeevropskih prilika druge polovine XVIII stoljeća pojačano su otvorile
apetite kod Rusije i Habsburgovaca. U tom pravcu, vrhunac ruskohabsburških dogovora predstavlja sastanak Katarine II i Josifa II, u Herzonu
na Krimu. Porta je, u takvim okolnostima pošto je uvidjela stvarnu opasnost
koja joj prijeti, donijela odluku o objavi rata Rusiji (avgust 1787. godine).
Time je ona željela da preduhitri Rusiju. U takvim okolnostima Rusiji se za
pomoć, na osnovu savezničkih ugovora, obratila Habsburškom carstvu. Tom
pozivu Austrija se odazvala, i tako je otpočeo posljednji zajednički rat Rusije
i Habsburškog carstva protiv Osmanskog carstva.
Prostor Bosne i Hercegovine našao se u iznimno teškoj situaciji za
vrijeme rata (1788-1791/2/), između Osmanskog carstva, s jedne strane, te
-ujedinjenjem Trakije, Makedonije, Bugarske i sjeverne Grčke, obnovilo bi se, sa sjedištem u
Carigradu, Bizantijsko carstvo. Za prijesto toga Carstva bio je predviđen trogodišnji Katarinin unuk
Konstantin.
Austrijska diplomatija, predvođena Kaunicom, nije bila zadovoljna ovim prijedlozima, pa je iznosila
svoje zahtjeve: Mala Vlaška sa zemljišnim pojasem širine tri milje,uz desnu obalu Dunava od
Nikopolja do Beograda, zajedno sa ova dva grada, kao i gradovima Vidin i Oršava su trebali pripasti
Austriji. Granica od Beograda je trebala ići do Drimskog zaljeva(obuhvatajući i zaljev). Područje
zapadno od ove linije je trebalo pripasti Austriji, kao i mletački posjedi u Dalmaciji i Istri, dok bi kao
odštetu „republikancima“, dali teritorije na poluotoku Moreji, te otocima: Krit, Kipar i dr. Zbog
pretjeranih zahtjeva jedne i druge strane,pregovori su privremeno propadali. U to vrijeme Francuska
je primijetila veliku opasnost koja prijeti Evropi od Rusije i predlaže ograničenje ruske crnomorske
flote. Francuska je ubrzala mirovne pregovore sa Engleskom, poslije sjevernoameričkog rata, s
ciljem da ima odriješene ruke na Istoku. Izgubivši svoje kolonije u sjevernoj Americi, Engleska se
okreće Indiji, pri čemu osmanski teritorij predstavlja najbolju sponu Engleske i Indije. U takvim
okolnostima Engleska, kao i Francuska počinje sve više da štiti Osmansko carstvo, što je bio glavni
oslonac opstanka ovog carstva u budućnosti. Porta je sklopila 1782. godine prijateljsko trgovački
ugovor sa Španijom, koja se obavezala da će spriječiti prolaz kroz Gibraltar svakoj floti, koja bude
upućena protiv Osmanskog carstva (V. Popović, n.dj., 91-94).
30
S. Bašagić, n.dj., 79-117.
344
�ZBORNIK RADOVA - Međunarodna naučna konferencija „Javni i privatni aspekti nužnih pravnih
reformi u BiH: Koliko daleko možemo ići?“
Rusije i Habsburškog carstva, sa druge strane. U tom ratu Habsburgovci sa
ogromnim snagama su napali prostor Bosanskog pašaluka, gdje dolazi do
pozicionog rata, koji je po gradu Dubici, prozvan Dubičkim. U toku rata
Bošnjaci su patriotizmom i hrabrošću uspjeli sačuvati značajnijeg prodora
Habsburške vojske na bosansko tlo.31 U toku rata, Austrija naišla na snažan
otpor u Bosni, dok u Srbiji, pošlo joj je za rukom da zauzme Beograd (1789),
Smederevo i Šabac. Glavni oslonac Austrijancima u ratnim operacijama su
bili srpski dobrovoljački odredi, frajkori.32 Međutim, s obzirom na ambicije to
su bili neznatni vojni uspjesi. U takvim okolnostima dolazi do sklapanja
mirovnog ugovora, između Osmanskog carstva i Austrije, u Svištovu 1791.
godine.
Mirom u Svištovu, Bosna je izgubila grad Cetingrad, dok su u ratu
izgubljeni gradovi: Dubica, Novi i Gradiška, po odredbama ugovora, vraćeni
Bosni.33
Pošto se našla u dosta neugodnoj situaciji, mirovno rješenje je
prihvatila i Rusija, preliminarnim mirom u Svištovu i definitivnim u Jašu, 9. I
1792. godine.34 Time se završio još jedan, u nizu ratova, između Osmanskog
carstva i Rusije. Po odredbama mirovnog ugovora Rusija je vratila
Osmanskom carstvu, osvojena područja u Vlaškoj i Moldaviji.35 Rusija je
imala pravo intervencije na Porti, za ove dvije kršćanske kneževine, kao i za
31
Za taj patriotizam, začuđeni austrijski komandant fedmaršal Laudon kaže:“da je nevjerovatno kako su
čvrsto građeni mali bosanski gradići i kako se tvrdokorno u njima Turci (Bošnjaci) bore, a s kojom se
lakoćom oni umiju iznova ušančiti, kad im se razori jedna odbrambena linija“. (Historija naroda
Jugoslavije II, 1331.; M. Imamović, Historija Bošnjaka, 325).
32
Među frajkorima najpoznatiji je, Mihaljevićev frajkor, po austrijskom oficiru koji im je komandovao.
U Šumadiji se razvio pokret koji je, takođe, surađivao sa Austrijom pod vodstvom Koče
Anđelkovića, po kome je pokret prozvan Kočina krajina (V. Popović, n.dj., 95).
33
Historija naroda Jugoslavije II, 1331. U navedenom djelu se navodi da pored Cetingrada su
izgubljeni i gradovi Srb, Lapac i pojas zemlje ispod Plješevice i oko Plitvičkih jezera, mirom u
Svištovu. Sa gubitkom Cetingrada Bošnjaci su se teško mirili, a pogotovo Hasanaga Pećki, koji je
preko 30. godina vodio svoj „privatni rat“, čiji vrhunac predstavlja njegovo zauzimanje i pljačkanje
Cetingrada 1822. godine.
34
Više o mirovnim pregovorima u Svištovu i Jašu, pogledaj: V. Popović, n.dj., 96-98.M. Imamović,
Historija Bošnjaka, 326-327.; J. Hammer, Historija Osmanskog carstva, knj. III, 264-265.
35
Tako je propao plan o stvaranju Dakije, koji je naišao na simpatije i u Rimu, zbog etničke bliskosti
stanovnika ovih kneževina, sa stanovnicima Apeninskog poluostrva. Po odredbama mirovnog
ugovora,Porta se obavezala da neće u ovim dvjema kneževinama prikupljati zaostale poreze, kao ni
one u naredne dvije godine, po okončanju rata. (V. Popović, n.dj., ,90-98. M. Imamović, Historija
Bošnjaka, 322-326.)
345
�Edin Mutapčić: “ISTOČNO PITANJE” I BOSNA I HERCEGOVINA PERIOD RAVNOTEŽE (1699 1774)
pravoslavne kršćane. To je predstavljalo vrlo značajan moment u ruskoj
dominaciji nad kršćanima, ali i u politici Istočnog pitanja.
ZAKLJUČAK
Neosvojivi bosanski teritorij bio je glavni razlog za promjenu
habsburške političke taktike prema Osmanskom carstvu. U narednom periodu
Habsburško carstvo nastoji da ekonomski podčini Bosnu, kao i druge dijelove
Osmanskog carstva. Ona je putem konzulata i špijunskih službi pratila
situaciju u Bosni, ali nikada se više nije usudila da krene u ratno osvajanje
bosanskog prostora, sve dok nije dobila saglasnost međunarodne zajednice i
Osmanskog carstva, na Berlinskom kongresu 1878. godine. Oslobođen od
habsburških osvajačkih poduhvata, prostor Bosne i Hercegovine, je u
narednom periodu bio prostor sukoba Bošnjaka i centralne vlasti u prvoj
polovini XIX stoljeća, odnosno ekspanzija nacionalističkih politika iz
susjedstva sredinom tog stoljeća.
Tako je ova veoma značajna „provincija“ Osmanskog carstva u
Evropi (Bosanski pašaluk) ušla u XIX stoljeće, stoljeće velikih prevrata u
bosanskoj historiji.
346
�
Dublin Core
The Dublin Core metadata element set is common to all Omeka records, including items, files, and collections. For more information see, http://dublincore.org/documents/dces/.
Extent
The size or duration of the resource.
3069
Title
A name given to the resource
“ISTOČNO PITANJE” I BOSNA I HERCEGOVINA PERIOD RAVNOTEŽE (1699-1774)*
Author
Author
MUTAPČIĆ, Edin
Abstract
A summary of the resource.
U ovom radu se pokušava dati historiografski odgovor o počecima problematike „Istočno pitanje“. Autor obrađuje navedeno pitanje u periodu tzv. „perioda ravnoteže“ jer u navedenom periodu iako je prisutno konstantno slabljenje Osmanskog carstva, ona organizacijom svojih unutarnjih snaga uspjeva u velikoj mjeri odoliti najezdama svjetskih sila, Habsburškog i Ruskog carstva, sve do Kučuk Kajnardžijskog mirovnog sporazuma iz 1774. godine. Poslije ovog rata, u ambicijama dvorova ova dva suparnika Osmanskog carstva pitanje zaostavštine je glavno političko pitanje obje monarhije, te se stvaraju planovi za konačnu likvidaciju Osmanskog carstva. Dakle, opsada Beča i“Veliki rat” (1683-1699) koji je uslijedio predstavljaju ujedno i početak jednog dekadentnog perioda osmanske historije, ali gotovo jedno stoljeće je prisutna teorija „nekog čuda“ koje će Osmanlijama vratiti „staru slavu“. Ključne riječi: Istočno pitanje, Osmansko carstvo, Bosanski ejalet, Habsburško carstvo, Rusija, demografija, pravo.
Publisher
An entity responsible for making the resource available
Pravni fakultet Univerziteta u Tuzli i Centar za društvena istraživanja Internacionalnog Burč univerziteta
Date
A point or period of time associated with an event in the lifecycle of the resource
2014
Keywords
Keywords.
Article
PeerReviewed
K Law (General)
-
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/cc24efe37fb9b71b2405816b5f93779d.docx
1db9420407125abdd747d746b885297f
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/fb5f3474b881c8813e6defa7480040e6.pdf
97c78600ac1b079753550ca21628a231
PDF Text
Text
“KİTAB-I DEDEM KORKUT” İLE ÇAĞDAŞ KIRGIZCADAKİ BAZI ORTAK
KELİMELER HAKKINDA
Abdusselam ARVAS
Çankırı Karatekin Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Çankırı /
Türkiye
Anahtar Kelimeler: Kitab-ı Dedem Korkut, Türkiye Türkçesi, Kırgız Türkçesi, kültür, genetik
benzerlik.
ÖZET
XV. asrın sonlarında yazıya geçirildiği söylenen “Kitab-ı Dedem Korkut” adlı eser,
sadece Türk dilinin ve edebiyatının değil aynı zamanda Türk kültürünün de en önemli
kaynaklarından biridir. Oğuz Türkçesiyle yazıya geçirildiği belirtilen bu eser, Anadolu dışında
yaşayan diğer Türk halklarında da mevcuttur. Türkmen, Azeri, Gagauz gibi Oğuz gruplarında
eserin kendisi mevcutken Kazak (Kıpçak), Özbek (Karluk), Altay (Sibirya) gibi Türk halklarında
ise eserdeki Bamsı Beyrek boyu farklı isimlerle yaşamaktadır. Ayrıca Kazaklarda “Korkut Ata”
adı altında anlatılar da kayda geçirilmiştir. Bununla birlikte Kazaklarda bağımsız bir destan
olarak kaydedilen “Alpamıs”ın Özbeklerde “Alpomiş”, Altaylarda “Alıp-Manaş” olduğu ve
bunların prototipinin Bamsı Beyrek olabileceği de ifade edilmiştir. Hatta Kırgızlara ait olan
“Manas Destanı”ndaki başkahraman Manas’ın “Kitab-ı Dedem Korkut”taki Bamsı Beyrek’le
ilişkisi kurulmuştur. Ayrıca “Kitab-ı Dedem Korkut”ta geçen “Segrek” isminin, “Manas
Destanı”ndaki “Sırgak” adlı kahramanın prototipi olduğu da ileri sürülmüştür. Bu bağlamda
“Kitab-ı Dedem Korkut”, Türk destancılık geleneğinde bir merkez görevi üstlenebileceği gibi
Türk lehçelerindeki kelimelerin kültürel açıdan mukayesesinde de temel bir kaynak olarak
kullanılabilir. Özellikle de “atlı bozkır medeniyeti”nin en önemli temsilcilerinden olan Türk
halklarının hayvancılık, akrabalık, organ terimleri bakımından mukayesesi değerli veriler ortaya
koyacaktır. Bu noktada ise Türk halklarının genetik benzerlikleri devreye girecektir. Genetik
benzerlik ise bilim adamlarının köken olarak aynı ırka dayalı olan toplumlar için kullandığı bir
terimdir. Bu bildiride ise “Korkut Ata Kitebi” adıyla Kırgızcaya aktarılan eser de göz önünde
bulundurulmak suretiyle Çağdaş Kırgız Türkçesi ile “Kitab-ı Dedem Korkut”taki ortak kelimeler
tespit edilmeye ve bu kelimelerin kültürel arka planı hakkında bilgi verilmiştir.
�
Dublin Core
The Dublin Core metadata element set is common to all Omeka records, including items, files, and collections. For more information see, http://dublincore.org/documents/dces/.
Extent
The size or duration of the resource.
1879
Title
A name given to the resource
“KİTAB-I DEDEM KORKUT” İLE ÇAĞDAŞ KIRGIZCADAKİ BAZI ORTAK KELİMELER HAKKINDA
Author
Author
ARVAS, Abdusselam
Abstract
A summary of the resource.
Anahtar Kelimeler: Kitab-ı Dedem Korkut, Türkiye Türkçesi, Kırgız Türkçesi, kültür, genetik benzerlik. ÖZET XV. asrın sonlarında yazıya geçirildiği söylenen “Kitab-ı Dedem Korkut” adlı eser, sadece Türk dilinin ve edebiyatının değil aynı zamanda Türk kültürünün de en önemli kaynaklarından biridir. Oğuz Türkçesiyle yazıya geçirildiği belirtilen bu eser, Anadolu dışında yaşayan diğer Türk halklarında da mevcuttur. Türkmen, Azeri, Gagauz gibi Oğuz gruplarında eserin kendisi mevcutken Kazak (Kıpçak), Özbek (Karluk), Altay (Sibirya) gibi Türk halklarında ise eserdeki Bamsı Beyrek boyu farklı isimlerle yaşamaktadır. Ayrıca Kazaklarda “Korkut Ata” adı altında anlatılar da kayda geçirilmiştir. Bununla birlikte Kazaklarda bağımsız bir destan olarak kaydedilen “Alpamıs”ın Özbeklerde “Alpomiş”, Altaylarda “Alıp-Manaş” olduğu ve bunların prototipinin Bamsı Beyrek olabileceği de ifade edilmiştir. Hatta Kırgızlara ait olan “Manas Destanı”ndaki başkahraman Manas’ın “Kitab-ı Dedem Korkut”taki Bamsı Beyrek’le ilişkisi kurulmuştur. Ayrıca “Kitab-ı Dedem Korkut”ta geçen “Segrek” isminin, “Manas Destanı”ndaki “Sırgak” adlı kahramanın prototipi olduğu da ileri sürülmüştür. Bu bağlamda “Kitab-ı Dedem Korkut”, Türk destancılık geleneğinde bir merkez görevi üstlenebileceği gibi Türk lehçelerindeki kelimelerin kültürel açıdan mukayesesinde de temel bir kaynak olarak kullanılabilir. Özellikle de “atlı bozkır medeniyeti”nin en önemli temsilcilerinden olan Türk halklarının hayvancılık, akrabalık, organ terimleri bakımından mukayesesi değerli veriler ortaya koyacaktır. Bu noktada ise Türk halklarının genetik benzerlikleri devreye girecektir. Genetik benzerlik ise bilim adamlarının köken olarak aynı ırka dayalı olan toplumlar için kullandığı bir terimdir. Bu bildiride ise “Korkut Ata Kitebi” adıyla Kırgızcaya aktarılan eser de göz önünde bulundurulmak suretiyle Çağdaş Kırgız Türkçesi ile “Kitab-ı Dedem Korkut”taki ortak kelimeler tespit edilmeye ve bu kelimelerin kültürel arka planı hakkında bilgi verilmiştir.
Publisher
An entity responsible for making the resource available
International Burch University
Date
A point or period of time associated with an event in the lifecycle of the resource
2013-05-17
Keywords
Keywords.
Article
PeerReviewed
Identifier
An unambiguous reference to the resource within a given context
ISSN 2203-4548
-
Dublin Core
The Dublin Core metadata element set is common to all Omeka records, including items, files, and collections. For more information see, http://dublincore.org/documents/dces/.
Extent
The size or duration of the resource.
3377
Title
A name given to the resource
“LEARNERS' NEEDS AS A STARTING POINT FOR DESIGNING A SYLLABUS FOR ESP: A CASE STUDY OF LAW STUDENTS AT SEEU”
Author
Author
Saliu, Basri
Abstract
A summary of the resource.
The study focuses on the issue of designing a syllabus for English for specific purposes courses and shares the view that according to the nature of such courses, their content should be based on a thorough investigation of the learners’ needs. The aim of the research is to launch a firm base for the subsequent production of a syllabus for an ESP course for Law at South East European University by exploring and investigating the needs of course participants or respondents to this research. The research examined needs analysis views of ESP students and teachers involved in ESP program. The study consists of two parts, theoretical and empirical part. The theoretical part draws out the general structure of syllabi, determines the place of needs analysis in the process of ESP syllabus design, and clarifies the difference between objective and subjective needs analysis. It describes the conventional techniques engaged for conducting a needs analysis. The theoretical part forms a strong basis for an empirical study, the main findings of which are reported in the following part of the research. The study applies both quantitative and qualitative research instruments The survey about ESP learners’ preferences and needs and the Individual Background Questionnaire provided a good quantitative basis for needs analysis in order to help ESP course designers to design a syllabus with more relevant content. Qualitative data was provided from semi-structured, open-ended interviews to reveal learners’ views and expectations for ESP subject. Data were analyzed using descriptive analysis, cross tabulation and content analysis. The findings of this study firmly suggest that there are many perceived subjective and objective needs of ESP learners’ at law faculty which should be considered in the design process of the new syllabi for ESP. Most students and teachers seemed to believe that their needs for ESP do not entirely match the general learning outcome of ESP course at law faculty and the study suggest the general learning outcome be tailored in line with the beliefs of what students think they need in ESP for Law. Most importantly, this study suggests that the needs analyses of learners’ and teachers’ views for ESP syllabi, facilitates the process of designing a better syllabus for ESP students in Law. The idea is to conform learners’ “wants” with those perceived by teachers or courses designers in the learning outcome. Keywords: English For specific Purposes, Learners’ needs, Needs analysis, Syllabus
Date
A point or period of time associated with an event in the lifecycle of the resource
2014
Keywords
Keywords.
Conference or Workshop Item
PeerReviewed
PE English