2
10
14
-
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/4f158fc8284361a7c1892871881ab11c.pdf
5878bb8230461564514e6e8128722f23
PDF Text
Text
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI TARİHİNDE
MEHMET AKİF’İN BALKAN HARBİ DUYUŞU
Nesibe YOLBİR*
Fatih ORDU**
Özet
Türk edebiyatında Balkan coğrafyası, edebî ve kültürel manada karşılıklı etkileşimlerin olduğu bir
saha olmuştur. Osmanlı Devleti ve Balkan halkları arasındaki etkileşimin dil-edebiyat başlıklarıyla
sınırlı kalmadığı, 11 ve 12. yüzyıllarda başlayan sürecin 14. yüzyıla gelindiğinde sosyal hayattan
mimariye kadar geniş sahalara yansıdığı görülür. Batı’da Rönesans, reform, sanayi inkılabı gibi
adımların ardından Avrupa’nın 19. yüzyılda çok uluslu toplumlara karşı geliştirdiği Batılılaşma ve
milliyetçilik temalı ideolojik yapılanmalar sonucu, Osmanlı Devleti ve Balkan halkları arasındaki
kültürel etkileşim yavaş yavaş azalmaya başlar. Ancak Balkanlar, 19. yüzyılın tüm ayrıştırmacı
politikalarına rağmen Selanik merkezli Genç Kalemler Dergisi ve daha birçok siyasi yönü ağır basan
Türkçe dergiler ile Anadolu’daki edebî gelişmelere ve yenileşmelere sahne olmaya devam etmiştir.
Genç Kalemler Dergisi’nin etrafında toplanan devrin Türkçülük hareketini yürüten sanat ve fikir
adamları, Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin öncülüğünde dilde sadeleşme gayesiyle Yeni Lisan
Hareketi’ni başlatırlar. Bu dönemde, Yeni Lisan Hareketi’nin Türkçülük düşüncesine dâhil olmadan
sadeleşme yanlısı eserler veren iki isim daha karşımıza çıkmaktadır; Mehmet Akif Ersoy ve Süleyman
Nazif. Dönem itibariyle Osmanlı Devleti’nin çöküş süreci ve bayraktarlığı altındaki İslam ve Doğu
medeniyetlerinin parçalanmışlığı nedeniyle tek bir millet kimliği altında bulunmadan umumi
değerlendirmelere duyulan ihtiyaç, özellikle Mehmet Akif’in söylemlerinin tetkik edilmesini gerekli
kılmıştır.
Çalışmamız kapsamında, Türkçülük fikrine dâhil olmadan dilde sadeleşme akımı taraftarı eserler
veren Mehmet Akif’in, Balkan Savaşları dolayısıyla eserlerinde ortaya koyduğu toplumsal aksaklıklar
okurun metne yüklediği anlamı merkezine alan “alımlama estetiği kuramı” kapsamında
yapılandırılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Türk Edebiyatı, Akif’in Söylemleri, Batılılaşma, Milliyetçilik Akımı,
Başkalaşım
1
*Yüksek Lisans Öğrencisi. International Burch Univercity,Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği /Bosna Hersek.
**Yrd. Doç. Dr. Murat Hüdavendigar Üniversitesi,Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü/ Türkiye-İstanbul
�THE PERPECTION OF MEHMET AKİF ABOUT BALKAN WAR IN HISTORY OF
TURKISH LANGUAGE AND LITERATURE
Abstract
In the history of Turkish Language and Literature, it has been qualified interactions in the Balkans in
terms of literature and culture. Interactions between the Ottoman Empire and the Balkan States shows
some developments in the fields of customs, traditions and architect in the 14th century. In the 19th
century, Europe has developed ideological approach against multinational societies in terms of
westernization and nationalism, after some milestones in the West such as Renaissance, Reform and
Industrial Revolution. As a result of these developments in the West, 8-9 centuries-old cultural
interactions between the Ottoman Empire and the Balkan States slowly begins to decline. However,
despite all these discriminative policies of the 19th century, Thessaloniki based “Genç Kalemler”
magazine and other Turkish magazines, overriding political aspect, continue to improve in the
Balkans. Intellectuals who gathered around the “Genç Kalemler” magazine start the New Language
Movement under the leadership of Ömer Seyfettin and Ziya Gökalp in an attempt to simplification of
the language. During this period, there are two supporters of simplification without including the idea
of Turkism; Mehmet Akif Ersoy and Süleyman Nazif. Because the Ottoman Empire is in the collapse
period and the Islamic and Eastern civilizations under its flag begin to fragment, the need for public
evaluation without a single nation identity requires the handling of Mehmet Akif discourse.
In the present study, the works of Mehmet Akif, a supporter of simplification of language without
including the idea of Turkism, about social deficiencies because of the Balkan wars were evaluated.
The present study aims to evaluate these topics under the “reception aesthetics theory”.
Key Words: Turkish literature, Mehmet Akif discourses, Westernization, Modernism, Nationalist
movement, Metamorphosis
�Giriş
Balkanların Türk dili ve kültürü ile tanışması, XI ve XII. yüzyıllarda Peçenek, Uz ve Kuman
Türklerinin Balkan coğrafyasına yerleşmesiyle başlar. Balkan coğrafyasında Türk kültürünün,
edebiyatı ve dinî-tasavvufi düşünce sistemiyle etkin bir hâle gelmesi ise XIII. Yüzyılda,
Moğol istilasından sonra Sarı Saltuk ve takipçisi birçok Türkmen aşiretinin Balkanlara
yerleşmesiyle gerçekleşir. XIV. yüzyılda, Balkanlar’da karşımıza çıkan tablo; yaşama
biçimleri, gelenek ve görenekleri, kültürleri, hamam, medrese, tekke, türbe, cami gibi mimari
eserleriyle Osmanlı etkisinin iyiden iyiye hissedildiği Balkan toplumudur. İki kültür
arasındaki bu etkileşimi; yalnızca 1389 Kosova Savaşı ile Türklerin Balkanlara hâkim olması
üzerine bine etmek yanlış olabilir. Milli ve manevi değer yargıları dâhil olmak üzere karşılıklı
pek çok kültür alışverişinin bir sonucu olarak doğan ortak değer yargılarını yabana atmamak
gerekir. Bu bakımdan Balkan Türk edebiyatı, Türk edebiyatının yanı sıra Balkanlardaki ulus
ve halkların kültür ve edebiyatlarından da yararlanarak ifade ve dil imkânları bulmuş ve bir
sentez dâhilinde gelişmiştir. (Artun, 2000).
Balkan halklarıyla Türk halk kültürünün kurmuş olduğu bu özdeşim, sırasıyla Rönesans,
reform, sanayi inkılabı gibi aydınlanma devri olarak adlandırılan başkalaştırma süreciyle 19.
yüzyılın çok kültürlü toplumlarına karşı uygulanan batılılaşma ve milliyetçilik söylemleri
neticesinde zayıflamıştır. Ancak Balkanlar o dönemde, Selanik’te çıkan Genç Kalemler
Dergisi’nin yanı sıra siyasal yönü ağır basan birçok Türkçe dergi ile de Anadolu’daki Türk
edebiyatı gelişmeleri ve yenileşmelerine sahne olmuştur. (Artun, 2000)
Sinesinde var olan Türk edebî gelişme ve yeniliklerini besleyen Balkan topraklarında Selanik
merkezli Yeni Lisan Hareketi gelişmeleri sonrası Türkçülük akımına dâhil olmadan sadeleşme
taraftarı eser veren Akif’in, Balkan Savaşları sürecine yönelik yazmış olduğu eserlerinde yer
alan hususlar nelerdir? Dün, bu gün ve yarın adına tüm İslam âlemi ve hususiyetle OsmanlıBalkan kültürlerinin ilerleyişine ışık tutucu uyarıları nasıl değerlendirilmelidir?
Öncelikli olarak Akif, bir toplumun, kültürün ve bireyin “leş” olmaması gerektiğini
vurgulamaktadır. Leş nedir? Leş bu hayattaki canlılığı sona erdikten sonra olması gereken
yerde bulunmayan cesedin hava, su, ziya gibi dış etkenlere maruz kalarak çürümesi
neticesinde oluşan kokuşmuşluğu ifade eder. Akif bir kültürde, bir toplumda yahut bireyde
başlamadan bitmesi, asıl mecrasına yönelmesi gereken özelliklerle başa çıkılamadığı takdirde
ortaya böcek-leş-me, ceset-leş-me, harabe-leş-me’nin çıkacağını üstüne basa basa
söylemektedir.
�Mehmet Akif, 1908 Meşrutiyetinden Balkan Savaşı öncesine kadar olan dönemi; yönetim,
siyasal kadro, mütefekkir sınıf ve toplumun yaşadığı derin karmaşayı salt bir İslam birliği
görüşü ile değil bilakis sömürgecilik karşıtı, anti-emperyalist bir mücadele tutumu ile ele
aldığı “Süleymaniye Kürsüsünde” dillendirmiştir. “Hakkın Sesleri”nde, Mütareke Döneminin
karanlık, baskılı ortamında kökleşmiş fikirleri, önemli teşbih ve çağrışım kalıplarını
kullanarak sindirilmiş ıstıraplar ve daraltılmış küçük sahneler eşliğinde bireysel acıları,
toplumsal olanla yer değiştirerek külli bir dil ile anlatmıştır. “Fatih Kürsüsünde” camilerde
yapmış olduğu vaazların üstünde tasavvur edilmiş, kurgulanmış metin yapısıyla aktif bir
düşünce sistemi oluşturmuştur(Ersoy, 2011). Bu üç eserinde yoğunlaşmış olduğu hastalıklı
dokular başlıca şu şekilde sıralanabilir:
-
Taklit; Modernizm çarklısı
-
Dinsizlik Herzesi; Garbın efkârı umumiyesi için!
-
Tembellik; Ataletin mülevves teressübatı bütün!
-
Cehalet; Vücudun yarası, erbabı-ı tefekkür ile açık avamın arası
-
Ahlaki hassasiyetlerin kaybı!
Atalet, taklit, dinsizlik, cehalet, ahlak kaybı, gibi hastalıklı dokulara tüm İslam âleminin
genelinde değindikten sonra Osmanlı Türk toplumu üzerinde hassaten durması, bu sıkıntıları
Balkan Savaşı dolayısıyla yineleyerek eserleştirmesi, İslami ve insani kimlik açısından Balkan
ve Osmanlı kültürüne tayin edilmiş bir vazifeyi hissettirmektedir. Bu vazife, bereketli
toprakları, coğrafi ve kültürel konumları açısından Balkanlar ve Osmanlı’ya tarihin taksim
etmiş olduğu dün, bu gün ve yarında devam edecek olan bir vazifedir. Böyle bir vazifenin
Mehmet Akif’in lisanından tarihin sayfalarına kazınması düşüncelerimizi doğrular
niteliktedir. Başlıca ele aldığımız sorunları Akif’in perspektifinden bu güne taşıyarak
incelediğimiz takdirde yerinde ve kazanımları olan bir değerlendirme olacağını düşünüyoruz.
Mehmet Âkif, Balıkesir Darülfunu’nunda bir öğrencinin sanat sanat içindir görüşü hakkındaki
fikrini sormasına yönelik şu cevabı vermiştir: “O sözler yeni değildir. Onlara ittiba eden
kimse yoktur. Şarkta, garpta yetişmiş meşahirin muhalled eserleri tedkik edilince görülür ki
her biri, her yazdığı eserinde mutlaka bir gaye takib etmiştir. Demek ki sanat mutlak değildir.
Mademki “sanat sanat içindir” düsturunun ortaya atılmasına rağmen hiçbir edib, hiçbir şair
bir maksad gözetmekten kendini kurtaramıyor; o hâlde bu düstur artık iflas etmiş demektir.
Kezâlik, mademki bu düsturların hükmüne tebaiyet edilemiyor, sanat mukayyed kalıyor,
öyleyse sanatı birtakım hasis emellere, sefil ve müstekreh maksatlara alet edilmektense ulvi,
�pak, asil, necip duygulara, düşüncelere vasıta kılmak elbette daha makul bir hareket olur.”
(Çantay, 2009)
Mehmet Akif, İslamcı kimliği ile İslam birliği için çabalayan büyük şair nitelemesi ya da Batı
karşıtlığı ile medeniyet düşmanı nitelemesi şeklindeki dar kalıpların çok ötesinde entelektüel
bir düşünürdür. Akif’in zekâsı ve analitik düşünme sisteminin yapı taşları; Fransızca dersi
aldığı Baytar İbrahim Bey, Pasteur’un “mikrop kültürü” ilmini bizzat kendisinden öğrenerek
ülkemize getiren bakteriyoloji öğretmeni Rıfat Hüsamettin Paşa, Ey Halk Uyan ve Sultan
Abdülhamit’e gibi şiirleri ile taraftarı olduğu düşüncesini ortaya koyan edebiyat hocası İsmail
Safa, çocukluğundan beri elinden düşmeyen doğulu şair Sadi-i Şirazi ve Batılı şairlerden
Victor Hugo, Lamartine gibi kendine yakın bulduğu düşünce ufukları sayesinde
şekillenmiştir. Böyle yapıtaşlarına sahip bir beden, içerisinde mukayeseleri ve geniş
perspektifi ile gayesi bulunan bir kimlik barındırabilirdi ancak. Belli bir maksat uğruna ele
aldığı aksayan yönleri, sadece eleştirel bir tavır ile değil bir çözümleme sistemi içerisinde
değerlendiren Akif, ortaya koyduğu tablo ile iyileştirmeyi hedeflemektedir. Var olan
problemlerin nedenleri ve sonuçları üzerinde durup geçmiş hataları ve gelecek sıkıntıları
tespit etmiş; bireylerin, toplumların, kültürlerin ve insanlığın yeni bir hatadan korunması için
çabalamıştır.
Bizde çalışmamız kapsamında öncelikle nedenleri daha sonra sonuçları ele alacağız. Bu
eksende ele aldığımız eserleri incelediğimizde çalışan, üreten Batı karşısında tembellik
göstermenin, aklın ziyası hükmündeki ilimden uzak kalıp cehalete düşmenin başkalaşım
içerisinde dinî ve ahlaki hassasiyetleri kaybederek öğütülmeye neden olduğunu Akif’in diliyle
görmekteyiz.
İslam Medeniyetlerinin ve Doğu Toplumlarının Kendi İçinde Yer Alan Milli, Kültürel
ve Dini Öze Yabancılaşması
I.
Tembellik; Ataletin Mülevves Teressübatı Bütün!
“Zaman zaman görülen ahiret kılıklı diyar;
Cenazeden o kadar farkı olmayan canlar;
Damarda seyri belirsiz, irinleşen kanlar;
Sürünmeler; geberip gitmeler; rezaletler;
�Nas1bi girye-i hüsran olan nedametler;
Harab olan azamet, tarumar olan ikbal;
Sukut-i ruh-i umumi, sukut-i istiklal;
Dilencilikle yaşar derbeder hükümetler;
Esaretiyle mübah! zavallı milletler;
Harabeler, çamur evler, çamurdan insanlar;
Ekilmemiş koca yerler, biçilmiş ormanlar;
Durur sular, dere olmuş hela-yı cariler;
Isıtmalar, tifolar, türlü mevt-i sar1ler;
Hurafeler, üfürükler, düğüm düğüm bağlar;
Mezar mezar dolaşıp hasta baktıran sağlar...
Ataletin o mülevves teressübatı bütün!”( Fatih Kürsüsünde)
Konargöçer bir toplumdan gayret ve azim dolu mücadeleler sonucu doğan imparatorluğun
şimdiki hâli, objektif bir betimleme ile ortaya koyulmuştur. Bu tablo, gerçekçi bir tutum ile
değerlendirildiği takdirde dönemin doğu toplumlarının ve İslam devletlerinin içerisinde
bulunduğu ataleti vurgulamanın yanı sıra çözümünü de beraberinde sunmaktadır.
Hurafelerden kurtulup, ekilmemiş topraklar işlenip başkasından ümit etmeyi âdet edinmiş
dilencilik kisvesinden kurtularak geleceğin yeniden tayin edilebileceğini söylemektedir.
II.
Mücahit Garp - Atıl Şark
“Bakın mücahid olan Garb' a şimdi bir kerre.
Havaya hükmediyor kani' olmuyor da yere.
Dönün de atıl olan Şark'ı seyredin.
Ne geri! Yakında kalmayacak yeryüzünde belki yeri!
�Nedir şu bir sürü fenler, nedir bu san'atler?
Nedir bu ilme tecelli eden haK'ıkatler?
Sefineler ki tarar kıt' a kıt' a deryayı;
Şimendüfer ki tarar buk'a buk'a dünyayı;
Şu 'un ki berke binip seslenir durur ovada;”(Fatih Kürsüsünde)
İlim ve sanat ile iştigal eden Batı, çalışmalarının karşılığını, kendilerine tecelli eden hikmet ile
havada uçan balon, kıtalar arasında gezinen gemi, bir uçtan diğer uca varan tren şeklinde
almaktadır. Gayesini unutmuş, varlığı atalete bulanmış Doğu ise vücudun hayatı hükmündeki
kan hücreleri irinleşmiş bir hâlde sürünmektedir. Harabeleşmiş bir yurtta hurafelere
gömülmüş, ekmesi gereken toprağı unutmuş türlü türlü hastalıklarla uğraşmaktadır.
III.
Cehalet; Vücudun Yarası, Erbabı-ı Tefekkür İle Açık Avamın Arası
“Sizde erbab-ı tefekkürle avaının arası Pek açık.
İşte budur bence vücudun yarası.
Milletin beyni sayarsak mütefekkir kısmı,
Bilmemiz lazım olur halkı da elbet cismi.
Bir cemaat ki dimağında dönen hissiyyat,
Cismin a'sabına gelmez, durur aheng-i hayat;
Pelcin a'razını göstermeye başlar a'za.
Böyle bir bünye için vermeli her hükme rıza.”
Mütefekkir geçinenler ne diyor siz de bakın:
"Medeniyyette tealisi umümen Şark'ın,
Yalınız bir yolu ta'kib ederek ka-bildir;
Başka yollarda selamet gözeten gafildir.
Bakarak hangi zeminden yürümüş Avrupalı.
Aynı izden sağa, yahut sola hiç sapmamalı
�Duygular çıkmalı hep aynı kalıptan;(Süleymaniye Kürsüsünde)
İslami yahut milli bir taraftarlık gözüyle değil hakikat gözüyle değerlendirmelerde bulunan
Akif, tüm bu tembellik hâlinin bir sonraki adımda cehalet olarak karşımıza dikildiğini verilen
dizelerle aktarmaktadır.
Yenilenmek ve gelişmek için gerekli olan adımları atmayan milletler artık sadece gördüğünü
taklit edebilen mekanizmalara dönüşmüştür. Gelinen son nokta, kendisini aydın olarak
nitelendiren kesimin yönlendirmesi ile bile isteye bir başkalaşımı kabul etmektir. Bu noktadan
itibaren İslam medeniyetlerinin ve Doğu toplumlarının kendi içlerinde yer alan milli, kültürel
ve dinî öze uygun olmayan tüm bu başkalaşımların nasıl bir yabancılaşmaya dönüştüğünü
inceleyeceğiz. İncelemelerimiz esnasında Batı kaynaklı ideolojik yapılanmalar ile ortaya
çıkan durumlar Doğu medeniyetleri için olduğu kadar Batı medeniyetleri adına da incelenerek
“Taklit; Modernizm Çarklısı”, “Dinsizlik Herzesi Garbın Efkârı Umumiyesi İçin”, “Ahlaki
Hassasiyetlerin Kaybı” gibi başlıklar altında evrensel sorunlara değinilmeye çalışılacaktır.
Batı Kaynaklı İdeolojik Yapılanmalar Sonucu Gelişen Başkalaşımın Bir Başkası Olan
Doğu Medeniyetleri ve Kendisi Yani Batı Medeniyetleri Açısından Değerlendirilmesi
I.
Taklit; Modernizm Çarklısı
“Ne yapsa Avrupa, bizlerce asi olan hareket:
"O halde biz dahi yaptık!" deyip hemen taklid.
Bu türlü bir yenilikten ne hayr edersin ümid?”( Fatih Kürsüsünde)
Hasta ama hâlen canlı, müdahale edilebilir bir kültürün olabilmesi için “başkalaşım içerisinde
öğütülmenin” son bulması en önemli adımdır. Böyle bir adımı atmak istediğimizde karşımıza
ilk olarak milli ve İslami anlamda öz kimliğini muhafaza edememe çıkmaktadır. Bir adım
daha ileriye gittiğimizde ise Batı’da Rönesans-reform-sanayi inkılabı gibi aşamaları ile
aydınlanma devri gelişmeleri altında modernizm çarklısının işlediğini görmekteyiz.
Modernizm dediğimiz çarklının, başkalaştırma sistemi hakkında Fransız sosyolog Alain
Tourane’nin “Modernliğin Eleştirisi” adlı eserinde yer alan “Her şeyden önce kendisini bir
kutsal vahiye ya da ulusal bir öze uygun olarak örgütlemek ve bu yönde eyleme geçmek
�isteyen bir toplumu modern olarak nitelemek olanaksızdır.” (Tourane, 2010) tespiti önemli bir
noktaya değinmiştir. Aydınlanma devrinin bir alt başlığı olarak Batı’ya ait modernlik
ideolojisi üzerinde terimsel manada yapılacak olan yüzeysel bir değerlendirme sonucunda ele
alınması gereken bir karanlık kavramıyla karşılaşırız. Batı medeniyetleri ise bilimsel ve
teknolojik gelişmelerin yanı sıra aklın ve bireyin üstünlüğü odaklı kültürel yapılanmaları ile
kendi buldukları karanlığa savaş açmış durumdadır. Öte yandan toplumsal hiyerarşi sistemini
kurgulamakla kalmayıp kendilerini zirveye yerleştiren Batı medeniyetleri, gelişmesine izin
vermediği Doğu medeniyetleri karşısında emperyalist-kapitalist ideolojik bir yapılanma ile
öğüterek başkalaştırma yolunda ilerlemektedir. Tam bu noktada aktif olarak Doğu’nun geri
kalmışlığı sorununa analitik bir biçimde yaklaşan Akif, dinsel kimliği ile sorunun İslami ve
felsefi zeminine inmekte, şiirsel bir üslup ile güçlü bir şekilde sosyolojik, psikolojik, tarihsel
çözümlemeler yapmaktadır. Batı’yı; bilim ve tekniği, emperyalizmi ve düşük ahlaki yaşamı
ile sacın üçayağı şeklinde değerlendiren Akif, Batı’nın bilim ve tekniğine olumlu bakarken
ahlaki yozlaşmalarından ve sömürgeci uygarlık anlayışlarından uzak durulması gerektiğini
kat’i bir dil ile belirtir. (Aydın, 2008)
Bunların birçoğu tahsil eder İngiltere' de;
Sonra dindaşlarının ruhu olur, kalbi olur,
Çünkü azminden, ölüm çıksa, o dönmez, sokulur.
Öyle maymun gibi taklide özenmek bilmez;
Hiss-i milliyyeti sağlamdır onun, eksilmez.
Garb'ın almışsa herif, ilmini almış yalnız,
Bakıyorsun: Eli sanatlı, fakat tırnaksız!
Fuhşu yok, içkisi yok, himmeti yüksek, gözü tok;
Şer' -i ma'suma olan hürmeti bizlerden çok.”( Hakkın Sesleri)
Yaşadığı toplumsal koşulların da etkisiyle emperyalist sistem konusunda oldukça duyarlı olan
Akif, emperyalizmin Doğu’nun parçalanmışlığı üzerindeki etkin rolünü görmekle birlikte
sağlam bedene mikropların ilişememesi gibi halk zayıf düşmeden emperyalizmin nüfuz
edemeyeceğini de vurgulamaktadır. (Aydın, 2008)
“Eğer vücudunu bir parçacık gözetseydin;
�Eğer taharet-i vicdana dikkat etseydin;
Bu hale gelmeye kalmazdı orta yerde sebep.
Batak da, bit de o murdar ataletinden hep!”( Fatih Kürsüsünde)
Mehmet Akif, içinde bulunduğu coğrafya dolayısıyla tüm bu emperyalist sistemin nüfuzu,
düşük ahlaki yapı, insanları köleleştirmeyi esas alan sömürge sistemi gibi yanlışlığını
vurguladığı hususları, batılılaşma çatısı altında değerlendirmektedir. Doğu’da olana uymayan
Batı’dan gelmiş yapıları eleştirmektedir.
Peki, modern Avrupa’nın kendi içerisinde gelişen bu sistem, Batı kültürü tarafından nasıl
duyumsanmıştır? Tüm bu sıkıntılar sadece “başkası” olan Doğu medeniyetleri için mi
geçerlidir?
“Sevgili okuyucularım, sizin dinlemek isteyip istemediğinizi bilmem, ama şimdi
niçin bir böcek bile olamadığımı anlatmak istiyorum. Şunu bütün ciddiyetimle
belirteyim, pek çok kez böcek olmayı istedim. Ne yazık ki buna bile erişemedim.”
(Dostoyevski, 1864)
Gerçek dünyadan kendini soyutlamış buna zorunlu kalmış bir kişinin iç çatışmaları ve
hezeyanlarını ana eksen olarak belirleyen “Yeraltından Notlar”ın, Çernişevski’nin “Nasıl
Yapmalı” adlı ütopik sosyalist eserine bir nevi cevap olarak yazıldığı kabul edilir. Âdeta
Dostoyevski’nin Rus aydınına karşı seslendirdiği haklı sitemleridir. Sitemlerinin gerisinde ise
romanına sinen kötümserce eleştiri, Dostoyevski’nin “Rusluk” olarak tanımladığı Batı
hayranlığına karşı gelişmiştir. Batılılaşma sorununu bir şekilde ele alan veya ona dokunan tüm
anlatıların ortak noktası olarak Çernişevski’nin “Nasıl Yapmalı”, Gogol’un “Palto” gibi
yapıtlarında batılılaşma ve modernizasyonun Rusya’da şehir olarak temsilcisi olan Petersburg
mekân olarak seçilmiştir. Nitekim Dostoyevski de bir sonraki romanı “Suç ve Ceza”da,
mekân olarak Petersburg’u seçer ve “Yer Altından Notlar”da değindiği böceklik problemine
geri döner. “Kapitalizmin öğüten çarkı karşısında sıradanlaşma ve yığınlaşma ile insana
yeryüzünde kaçacak yer bırakmayan bu sisteme karşı Dostoyevski, Avrupa kültüründen bir
şeyler kapan halkın özünden kopmuş, Rus toplumuna yabancılaşmış on dokuzuncu yüzyıl Rus
aydınlarının sızlanmalarını ele alır. Kâbusu böcek olmak olan yüzyılın rüyası ise Suç ve
Ceza’da bir Napolyon, Delikanlı ’da olduğu gibi bir para babası olmaktır. 1860 ‘lı yıllarda bir
değersizleşme korkusuyla gün yüzüne çıkan böcekleşme, 1915 yılında Franz Kafka/ Dönüşüm
�adlı eseri ile bir korkudan gerçekliğe dönüşmüş ve Gregor Samsa bir sabah yatağında
gözlerini devcileyin bir hamamböceği olarak açmıştır. (Gürbilek, 2011)
Hayat bulmuş Kafka’nın böceğine, bir vahşetin habercisi olarak bakmamız için ise birçok
sebep vardır. Örneğin Kafka’nın ölümünden 15 yıl sonra Naziler tarafından Çekoslovakya’nın
işgali sonucu toplama kamplarında 3 kız kardeşi öldürülmüştür ve tüm bu insanlık dışı
eylemleri esnasında Naziler, Çingeneleri ve Yahudileri ortadan kaldırırken bunu Kafka’nın
kullandığı sözcükle bir haşere (ungeziefer) temizliği olarak sunmuşlardır (Gürbilek, 2011).
Değerlendirmemiz genelinde Dostoyevski ve Kafka; kendi içinde kraldan çok kralcı kesilen
bu sistem karşısında Mehmet Akif’in toplumları, bireyleri böcekleşme-böcek gibi sürünme
hâllerinden koruma çabasındaki ısrarının evrensel niteliğini canlı bir biçimde ortaya
koymaktadır.
II.
Dinsizlik Herzesi; Garbın Efkârı Umumiyesi İçin!
“Beşeriyet yeni bir din tanıyıp ilhadı,
Beşerin hafızasından silinir Hakk'ın adı;
Gömülür hufre-i tarihe me' al...”(Süleymaniye Kürsüsünde)
Mehmet Akif, bireyin ulvi bağları koparılarak yerine akıl ve madde hâkimiyeti kurmayı
hedefleyen tüm düşünce sistemlerinin yok olmaya mahkûm bir leş olduğunu, ilahi olanın ise
kutsal değerinden hiçbir şey kaybetmeden varlığını muhafaza edeceğini vurgulamaktadır.
“Yine yâdındaki Mevla'yı şu dört tane minar,
Kalbe merbut birer dil gibi eyler ikrar;
Yine maziye gömülmez bu muazzam çehre:
Leş değildir ki atılsın o umumi kabre!”(Süleymaniye Kürsüsünde)
Öte yandan eğer kültürler arası etkileşim sonucu yeni mevhumların kazanılması için ulvi
bağların koparılması öngörülüyorsa bu durum kişinin akli melekelerinde problem olduğunu
belirten aptal ifadesi ile ele alınır.
Hele i 'lanı zamanında şu mel 'un harbin,
"Bize efkâr-ı umumiyesi lazım Garb'in;
O da Allah' ı bırakmakla olur" herzesini,
�Halka iman gibi telkin ile, dillin sesini
Susturan aptalın idrakine bol bol tükürün!( Hakkın Sesleri)
Sanatını davasına adamış olan Mehmet Akif, bir yeniliğin hazmedilmesi ve toplumsal öze,
dinî inanışlara göre sentezlenerek uygulanması yerine dinî kimliğin bir kenara bırakılmasını
keskin bir üslup ile eleştirmiştir. Nasıl ki bir toplum, kültürel değer yargılarına uygun bir
yenilenme değil de başkalaşım geçirdiği takdirde böcekleşiyorsa dinî kimliğini ortadan
kaldırmaya çalışmakla da leş olmaya mahkûmdur. Akif’in bu denli bir direnç göstererek ele
aldığı “dinsizleşme” bahsi batı düşünürleri tarafından ne şekilde ele alınmıştır inceleyelim.
Toplumsal ve kültürel bağlam içerisinde dinî inanışlar ve birey arasındaki bağ din, dil, ırk,
cinsiyet ve yaş fark etmeksizin anne karnındaki bebeğin hayata tutunması, yeni karşılaşacağı
hayata uygun gelişmesi için gerekli ihtiyaçlarını karşılayan kordon bağıyla olan ilişkisini
andırmaktadır. Bu yüzden gerekli bilince sahip tüm düşünürler bu bağın yadsınamaz
gerçekliğini dile getirmiştir.
"Hiçbir devirde ve hiçbir yerde insanlar dinsiz yaşamamış olduğu halde,
karaciğerin sol tarafta olduğunu söyleyen Moliere’in “gönülsüz doktor” u gibi,
günümüzün okumuşları da "Bütün bunları değiştirdik." diyorlar ve dinsiz
yaşayabileceğimizi ve yaşamamız gerektiğini söylüyorlar. Fakat dün de bugün de
din, insan toplumlarının harekete geçiricisi ve yüreği olmaya devam ediyor. Nasıl
kalpsiz yaşanmazsa, din olmaksızın da aklı başında bir hayat yaşanamaz."
(Tolstoy)
Bizim kültürümüze ters düşen bazı fikirlerine rağmen dinin hayattan soyutlanmayacağına
inanan Tolstoy, özellikle “Din Nedir?” adlı eserlerinde din, ahlaki düşünce ve duyuşun
hayatla olduğu gibi sanatla da ayrılmaz bir bütün olduğunu vurgular. Öte yandan önemli
eserlerinden “Savaş ve Barış” adlı eserinde 3. ciltte yer alan bölümünde Nataşa Rostlava
hayatının zorluklarını yakın arkadaşı Sonya ve dinî inanışları sayesinde atlatmaktadır.
Bir başka önemli yazar P. Coelho’nun Veronika Ölmek İstiyor adlı eserinde,
kahramanlarından Mari, yoğun kalp çarpıntılarının sonucunda ölümle göz göze gelince şöyle
yalvarır: "Sana inanmıyorum, ama Tanrım nolur bana yardım et!" (Taner, 2004).
Dostoyevski, Raskolnikov’un bir böcek olmadığını kanıtlamak için tefeci kadını ve kız
kardeşini öldürmesiyle birlikte kendisini bir bitten başka bir şey olarak göremeyişini inancın
yaraları iyileştiren kutsallığı ile tedavi eder. Sibirya’daki mahkûmluk günlerini anlatıldığı
�kısacık son bölümde ise münkir Raskolnikov’un yeniden inanarak topluma kabul edilebilir
hâle geleceğini hissettirerek bitirir sözlerini (Gürbilek, 2011).
III.
Ahlaki Hassasiyetlerin Kaybı!
En dar anlamıyla doğru ve yanlış olarak sınıflandırılması gereken tüm konularla ilgilenen
ahlak kavramı; kültürel, dinî, seküler ve felsefi topluluklar tarafından objektif bir bakış
açısıyla insanların çeşitli davranışlarını inceler ve ortaya bir ilkeler sistemi koyar. Hukuk
kuralları gibi bir sistem değil toplumsal dokuların kendiliğinden ortaya koyduğu bu ilkeler,
muhafaza edildiği sürece toplumların belli bir düzende ilerlemesini sağlar.
“Edebin şimdiki ma'nasına densin "hezeyan";
Kalmasın, hâsılı, alt üst olarak hissiyat,
Ne yüreklerde şehamet, ne şehamette hayat;”(Süleymaniye Kürsüsünde)
Toplumsal sistemde ahlaki bir ilerlemenin bu ilkelere ihtiyacı olduğunu savunan Akif,
Avrupai zihniyet ile kendi kültürüne yabancılaşan İslam toplumlarında, mahremiyet
duygusuna atılan darbe ile edepli olmanın manasının kökten değişmesi sonucu saçmasapanlık şeklinde değerlendirildiğini vurgular. Ahlaki anlamda doğruluğun savunma
mekanizması olan kültürel kimliğimizin önemli dokusu mertlik kavramı ise yok olmaktadır.
Ardından;
“Hani "Na-mahreme ben söyleyemem kızlarımın,
Karımın ismini... Hem öldürürüm, sorma sakın!"
Diye, tahrir-i nüfus istemeyen er kişiler!
Hani, göstermediler eski celadetten eser;
Fuhşu i'laya koşan bir sürü na-merd öteden,
Ne selamlık, ne harem dinlemeyip çiğnerken!”(Hakkın Sesleri)
Satırları ile hanımını ismini yabancı bir erkeğe zikretmekten kaçındığı için nüfus sayımında
geri duran toplumun, fuhuş ile içli dışlı hâle gelmesi gözler önüne serilmektedir. Maddi
gelişmeler beraberinde ahlaki erdemlerin geliştirilmemesi sonucunda insanlığın yok olacağı
savunulan “Uygarlığın Ahlaki Bunalımı” adlı eserde, şu satırlar Akif’in görüşünü destekler
niteliktedir; Ahlaki bir devrim olmaksızın hiçbir uygarlık kalmayacaktır ve uygarlıklarda
�ilerlemeler olmaksızın insanlık diye bir şey kalmayacaktır. (Leslie Lipson, Jale Çam Yeşiltaş,
2006)
J.Steinback’in, “Fareler ve İnsanlar”ında ahlaki düşkünlüğü tasvir edilen Lennie, V.
Hugo’nun “Sefiller”inde kendisine yardım eden piskoposun gümüş eşyalarını çalan Valijen’in
polis tarafından yakalanması sonucu piskoposun yalan söyleyerek onu kurtarması ile
kazandığı ahlaki erdemler, Gogol’un “Ölü Canlar”da kısa yoldan zengin olmak için ahlak
yoksunu bir tavır içerisinde ölmüş ancak nüfustan silinmemiş kişilerin üzerinden iş çeviren
Çiçikov, Balzac’ın “Vadideki Zambak”ında cömertliği yüzünden bir şey anlamaz cahil
gözüyle bakılan Goriot Baba’nın erdemi, Emile Zola’nın “Meyhane”sinde içki ve aylaklık
yüzünden aile bağlarının çözülmesi, fuhşun pislikleri ve dürüstlük duygusunun yitirilmesi
sonucu yüz karası bir rezillik içinde ölümle sonuçlanan hikâye ile Akif’in içinde bulunduğu
toplum adına arzuladığı ahlaki hassasiyetlerin sadece İslamcı bir kimliği ile değil evrensel bir
düşünce sisteminin de getirisi olduğunu görmekteyiz.
Sonuç
Uzak ve belli olmayan bir gelecekte, Kuzey Amerika’da kıyamet sonrasında kurulmuş
Panem’da, halk gelişmiş bir şehir olan Capitol tarafından yönetilmektedir. Her yıl, ülkenin on
iki mıntıkasından seçilen 12-18 yaş arası bir kız ve erkeğin tek kişi kalana kadar savaştığı
Açlık Oyunları, Capitol halkı tarafından görsel şölen gibi sunulan bir TV programıdır.
Hikâyenin ana kahramanı Katnis Everdeen’in kız kardeşinin haraç olarak seçildiği yıl,
gönüllü olarak oyuna katılması ile Capitol yapılanmasının arka planını seyretmeye başlarız.
İnsanların, insani özelliklerinden sıyrılarak bir başkalaşım içerisinde vahşice birbirlerini
öldürmesini hedefleyen sistem, tüm bu kanlı şovundan önce haraçları Capitol halkının göz
zevkine göre süsleyip sergiledikten sonra tüm bu görselliğe dayalı olarak savaş esnasında
desteklenip yardım gönderilmesine izin vermektedir. Capitol’un heyecan, aksiyon ve macera
hissi ile dolu saatler geçirip eğlenmesi için düzenlenen sistem, haraçların öğütülmesi ve
hayatlarını kurtarmaya çalışırken canileşmesi üzerine kuruludur.
Capitol halkının daha fazla eğlenmesi ve ilgilerini çekip daha fazla yardımcı olmaları
amacıyla aynı bölgeden seçilen haraç arkadaşı ile romantik dakikalar geçirmesi ve aşk
iddialarına konu olması sağlanan Katnis, bu durumdan ve canice insanları öldürmekten
kaçmak için sisteme karşı durarak zorda kalmadığı sürece öldürmek yerine kaçmak,
�saklanmak ve eğer teklifini kabul ederlerse diğer haraçlarla birlik kurma yolundan gitmeyi
tercih etmiştir. Capitol kuralları dışına çıkan Katnis, bir ilik başarır ve sistemi sonlandırır.
Suzanne Collins tarafından yazılmış 14 Eylül 2008 de Scholastik tarafından yayımlamış
“Açlık Oyunları” kitabından sonra 2012 de vizyona giren “Açlık Oyunları” filminden bir kesit
ile karşı karşıyayız. Mehmet Akif’in medeniyetler sahnesinde ırkçılık, milliyetçilik oyunları
ile birbirlerine düşen toplumlara seslenişinden, farklı ideolojik yapılanmaları ile hiyerarşik bir
sistem kuran modernizm zihniyetine karşı birlik olunarak karşı koyulması gerektiğini
vurgulamasından ve bu gidişe alışıldığı takdirde başkalaşmanın kaçınılmaz olduğunu
dillendirişinden tam bir asır sonra (1912-2012) bu kesiti karşımızda bulmaktayız.
Sonuç olarak, bir başkalaşım içerisinde öğütülmenin farklı bir coğrafyada yer alma yahut
farklı bir dine mensup olmayla ilişkilendirilemeyeceğini görmekteyiz. Buhara’da,
Semerkant’ta, Hindistan’da ve daha birçok Doğu coğrafyası ve İslam merkezlerinde
toplumların, bireylerin maruz kaldığı durumları ele alan Mehmet Akif’in ortaya koyduğu
hastalıklı unsurların sadece tek bir coğrafyaya ve dinî kimliğe yönelik değil evrensel nitelikte
olduğu anlaşılmaktadır
Kaynakça
Artun, P. E. (2000). Balkan Türk Edebiyatlarına Genel Bir Bakış. 4. Uluslarası Kıbrıs-Balkanlar
Avrasya Türk Edebiyatları Sempozyumu. Struga/Makedonya.
Aydın, H. (2008). Mehmet Akif Ersoy'un Şiirsel Söyleminde Doğu'nun Geri Kalmışlığının Felsefi
Çözümlemesi. Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu (s. 327-337). Burdur: Desen
Ofset.
Çantay, H. B. (2009). Akifname. İstanbul: Erguvan Yayıncılık.
Dostoyevski. (1864). Yer Altından Notlar.
Ersoy, M. A. (2011). Safahat. (N. Turinay, Dü., & N. Çavuş, Çev.) Ankara: TOBB yayınları.
Gürbilek, N. (2011). Benden Önce Bir Bşakası. İstanbul: Metis Yayıncılık.
Leslie Lipson, Jale Çam Yeşiltaş. (2006). Uygarlığın Ahlaki Bunalımlarında .
Taner, T. (2004, Ekim-Kasım-Aralık). Yağmur Dergisi. www.yağmurdergisi.com. adresinden alındı
Tolstoy. (tarih yok). Din Nedir? Kaknüs Yayınları.
Tourane, A. (2010). Modernliğin Eleştirisi. (H. TUFAN, Çev.) Yapı Kredi Yayınları.
Wikipedia. (tarih yok). https://tr.wikipedia.org/wiki/Yeralt%C4%B1ndan_Notlar adresinden alındı
��
Dublin Core
The Dublin Core metadata element set is common to all Omeka records, including items, files, and collections. For more information see, http://dublincore.org/documents/dces/.
Extent
The size or duration of the resource.
3599
Title
A name given to the resource
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI TARİHİNDE MEHMET AKİF’İN BALKAN HARBİ DUYUŞU
Author
Author
Yolbir, Nesibe
Ordu, Fatih
Abstract
A summary of the resource.
Özet Türk edebiyatında Balkan coğrafyası, edebî ve kültürel manada karşılıklı etkileşimlerin olduğu bir saha olmuştur. Osmanlı Devleti ve Balkan halkları arasındaki etkileşimin dil-edebiyat başlıklarıyla sınırlı kalmadığı, 11 ve 12. yüzyıllarda başlayan sürecin 14. yüzyıla gelindiğinde sosyal hayattan mimariye kadar geniş sahalara yansıdığı görülür. Batı’da Rönesans, reform, sanayi inkılabı gibi adımların ardından Avrupa’nın 19. yüzyılda çok uluslu toplumlara karşı geliştirdiği Batılılaşma ve milliyetçilik temalı ideolojik yapılanmalar sonucu, Osmanlı Devleti ve Balkan halkları arasındaki kültürel etkileşim yavaş yavaş azalmaya başlar. Ancak Balkanlar, 19. yüzyılın tüm ayrıştırmacı politikalarına rağmen Selanik merkezli Genç Kalemler Dergisi ve daha birçok siyasi yönü ağır basan Türkçe dergiler ile Anadolu’daki edebî gelişmelere ve yenileşmelere sahne olmaya devam etmiştir. Genç Kalemler Dergisi’nin etrafında toplanan devrin Türkçülük hareketini yürüten sanat ve fikir adamları, Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin öncülüğünde dilde sadeleşme gayesiyle Yeni Lisan Hareketi’ni başlatırlar. Bu dönemde, Yeni Lisan Hareketi’nin Türkçülük düşüncesine dâhil olmadan sadeleşme yanlısı eserler veren iki isim daha karşımıza çıkmaktadır; Mehmet Akif Ersoy ve Süleyman Nazif. Dönem itibariyle Osmanlı Devleti’nin çöküş süreci ve bayraktarlığı altındaki İslam ve Doğu medeniyetlerinin parçalanmışlığı nedeniyle tek bir millet kimliği altında bulunmadan umumi değerlendirmelere duyulan ihtiyaç, özellikle Mehmet Akif’in söylemlerinin tetkik edilmesini gerekli kılmıştır. Çalışmamız kapsamında, Türkçülük fikrine dâhil olmadan dilde sadeleşme akımı taraftarı eserler veren Mehmet Akif’in, Balkan Savaşları dolayısıyla eserlerinde ortaya koyduğu toplumsal aksaklıklar okurun metne yüklediği anlamı merkezine alan “alımlama estetiği kuramı” kapsamında yapılandırılmıştır. Anahtar Kelimeler: Türk Edebiyatı, Akif’in Söylemleri, Batılılaşma, Milliyetçilik Akımı, Başkalaşım THE PERPECTION OF MEHMET AKİF ABOUT BALKAN WAR IN HISTORY OF TURKISH LANGUAGE AND LITERATURE Abstract In the history of Turkish Language and Literature, it has been qualified interactions in the Balkans in terms of literature and culture. Interactions between the Ottoman Empire and the Balkan States shows some developments in the fields of customs, traditions and architect in the 14th century. In the 19th century, Europe has developed ideological approach against multinational societies in terms of westernization and nationalism, after some milestones in the West such as Renaissance, Reform and Industrial Revolution. As a result of these developments in the West, 8-9 centuries-old cultural interactions between the Ottoman Empire and the Balkan States slowly begins to decline. However, despite all these discriminative policies of the 19th century, Thessaloniki based “Genç Kalemler” magazine and other Turkish magazines, overriding political aspect, continue to improve in the Balkans. Intellectuals who gathered around the “Genç Kalemler” magazine start the New Language Movement under the leadership of Ömer Seyfettin and Ziya Gökalp in an attempt to simplification of the language. During this period, there are two supporters of simplification without including the idea of Turkism; Mehmet Akif Ersoy and Süleyman Nazif. Because the Ottoman Empire is in the collapse period and the Islamic and Eastern civilizations under its flag begin to fragment, the need for public evaluation without a single nation identity requires the handling of Mehmet Akif discourse. In the present study, the works of Mehmet Akif, a supporter of simplification of language without including the idea of Turkism, about social deficiencies because of the Balkan wars were evaluated. The present study aims to evaluate these topics under the “reception aesthetics theory”. Key Words: Turkish literature, Mehmet Akif discourses, Westernization, Modernism, Nationalist movement, Metamorphosis
Date
A point or period of time associated with an event in the lifecycle of the resource
2016
Keywords
Keywords.
Conference or Workshop Item
PeerReviewed
PI Oriental languages and literatures
-
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/1af86411e93916f17e401b978385f5ef.pdf
27e31b6274d7c1c2aec0a94dc2a3cb51
PDF Text
Text
BÂKİ`NİN ’’SÖYLEN SÖYLESÜN’’ REDİFLİ GAZELİNİN ŞERHİ VE
YAPISALCILIK AÇISINDAN İNCELENMESİ
Ali Rıza ÖZUYGUN1 Elif BARAN 2
ÖZET
Bu çalışmada, XVII. Yüzyıl Klâsik Türk Edebiyatı şairlerinden Sultanü’ş-şuara (Şairler
sultanı) olarak anılan Bâkȋ`nin “söylen söylesün” redifli gazeli incelenmiştir. Gazel; öncelikle
klasik şerh metodu ile daha sonra da yapısalcılık açısından incelenmesinden oluşmaktadır.
Öncelikle dilbilim ve yapısalcılık hakkında bilgi verilmiştir.
Anahtar Kelimeler : Bâkȋ, Gazel, Şerh, Yapısalcılık
Giriş
Şerh kelime olarak keşfetmek, açıklamak, anlaşılanı açıklamak, kolay anlaşılması için izah
etmek manalarına gelir.
Edebiyat alanında “şerh” ve “belâgat” çalışmaları 8. yüzyılda başlamış, bilhassa Anadolu
Osmanlı sahasında 20. yüzyılın başlarına kadar devam etmiştir. Öncelikle Kur’ân-ı Kerîm ve
onun i‘câzı ile Hz. Muhammed’in hadislerini daha iyi, daha doğru anlayıp aktarabilme
gayretleri, beraberinde Arap dili ve edebiyatı üzerinde yoğun bir düşünme sürecini başlatmış,
bu süreç birçok ilim dalının doğup hızla gelişmesinin fikrî zeminini oluşturmuştur. Tefsir,
hadis gibi konuyla doğrudan ilgili ilimlerin yanında, bu ilimlerin alt yapısını oluşturan nahiv,
sarf, lugât, iştikak gibi dil; fesâhat, meânî, beyân, belâgat, aruz, kâfiye, inşâ gibi edebiyat
bilimleri zamanla başlı başına birer ilmî disiplin hâline gelmişlerdir. Batı edebiyatında olduğu
gibi doğu edebiyatında da yüzlerce yıllık bir geçmişe sahip olan “metin şerhi”, genel olarak
“bir metnin, daha iyi anlaşılsın diye, o metni başkalarından daha iyi anladığı kanaatinde olan
kişiler tarafından açıklanması” şeklinde tarif edilmektedir. “Metin şerhi” başlığı altında tıp,
matematik, tarih, felsefe, nahiv, sarf, belâgat gibi ilimlere ait eserlerin yanında, kelâm, hadis
gibi dînî karakterli metinler de şerhe konu edilegelmiştir. “Edebî metinler şerhi” ise bu ana
başlık altında hatırı sayılır büyüklükte bir bölümü ifâde eden alt başlık sayılabilir. (Dağlar,
2007:163).
Temelinde bir dilcilik faâliyeti olan şerh veya metin şerhi öncelikle, hangi dilde, sahada ve
şekilde yazılmış olursa olsun, şerhe konu olan kelimeleri, cümleleri, mısraları, beyitleri bazen
parçadan bütüne (kelime biriminden cümle veya mısra/beyit bütününe) bazen de bütünden
parçaya (cümle veya mısra/beyit bütününden kelime birimine) ait olduğu dilin eserin
yazıldığı dönemdeki durumunu gözeterek ele alır, gramer ve anlam düzlemi içindeki yerini
tespit eder. Bu, şerhin dilciliği ilgilendiren kısmıdır. (Dağlar, 2007:293-294). Metin şerhinin
bundan sonraki kısmı ise şârihin ve o konuda daha önceden fikirlerini beyan etmiş kişilerin
yorumlarının yer aldığı, bazen de tartışıldığı kısımdır. Eğer şerh edilen metin hele edebî bir
metin ise, bu kısımlar daha çok edebiyat araştırmacılarının ilgi alanına girmektedir. Ele alınan
1
2
Doç. Dr., International Burch University, Eğitim Fakültesi, TDE Bölümü, Öğretim Üyesi
International Burch University, Eğitim Fakültesi, TDE Bölümü, Yüksek Lisans Öğrencisi
�metinde geçen kelimelerin metnin yazıldığı dönemde veya ona yakın dönemlerde yüklenmiş
olduğu manaların, yine aynı gelenek içinde yer alan şârihler tarafından tespiti ve te’yidi
günümüz klâsik Türk edebiyatı araştırmacıları için emsalsiz veriler teşkil etmektedir. (Dağlar,
2007:294). Şerh edebiyatımıza bütünleyici bir nazarla bakıldığında ise Arapça, Farsça ve
Türkçe olmak üzere üç dilden eserlere şerhlerin yazıldığı görülür. Şerh çalışmalarının
sınırları, edebî eserleri de içine alarak zaman içerisinde genişler. İlk bakışta anlaşılmayan ince
anlamlar ve mecazlar ihtiva etmeleri, edebî eserlerin de şerh edilmeleri sonucunu doğurur.
(Gök, 2014:412). Günümüzde yapılan literatür ve tasnif çalışmaları sayesinde divanlardan,
lügatlere yapılan şerhlere kadar her türden eserin şerh edildiğini öğrenmekteyiz. (Gök,
2014:413).Arapça, Farsça ve Türkçe yazılmış ve klâsik kabul edilen eserler için
yapılmış Arapça, Farsça ve Türkçe şerhleri kastettiğimiz “Klâsik Şerh Edebiyatı” tek bir
literatür yazısıyla sınırlanamayacak kadar kapsamlı bir konudur ve sayısız örneğe sahiptir.
Tasavvufî ve klâsik olmak üzere 2 ana kola ayrılan Şerh Edebiyatı; hem nazım hem nesir
birçok eseri muhtevî genel bir başlık olarak edebiyat tarihlerindeki yerini al mistir. Klâsik
şerhler, genel mahiyetiyle, Arap ve İran edebiyatının klâsik kabul edilmiş eserlerine yapılan
şerhlerin ortak adıdır ve bu eserlere “klâsik” denilmesinin sebebi, eserlerin kendi
türleri içinde şaheser niteliğini hak etmiş olmasıyla izah edilmektedir. Klasik Türk şiirine,
günümüzde geleneksel şerh yöntemi ve belagate dayalı estetik anlayışın yanı sıra modern
eleştiri ve inceleme yöntemleri ile de yaklaşıldığı görülmektedir. Böylece sadece “Doğu”
medeniyetine ait olduğu savunulan klasik şiirin “Batı’da üretilen yöntemlerle de
incelenebileceği ortaya çıkmıştır.(Akçay t.y:1). Bu tanımlara baktığımızda metni serhetmenin
amacının, metnin içerisinde yer alan sanatını, dilini ve estetik özelliklerini ortaya çıkarmak ve
eseri daha anlaşılır kılmak olduğu anlaşılmaktadır. Tzevetan Todorov’a göre şerhin
“dilbilimsel ve tarihsel” olmak üzere iki kanadı vardır.(Sahin, 2001:8). Geleneksel metot da
konunun niteliğinin, eserin var edildiği tarih ve ortamın vasıflarının, çağın gelenek ve
göreneklerinin ve sanatçı ile ilgili bilgilerin şârihin fikir ve inançlarının oluşturduğu bakış
açısı ile değerlendirilmesinden ibarettir; bu şekildeki metne yaklaşma metodu “tarihsel”dir.
Türk şiirinde 20. yüzyıla kadar popülerliğini sürdüren bu tür geleneksel şerhler “daha çok
artsüremli çalışmalar olup, dili eskimiş, kadim eserleri incelemek, anlamak ve eleştirmekle
yetiniyordu.”(Erdem, 2003:228-238 ). Tarlan`a göre metin şerhi edebi bir tenkit metodu
değildir. Çünkü bir metnin edebi yönden eleştirisi metnin bedii değeri hakkında bir hüküm
verir. Bedii güzellik yani estetik değer, tenkit edenin zevkiyle yakından ilgili olduğu,
dolayısıyla kurallarını ve sınırlarını tayin etmenin güç olduğu düşünüldüğünde münekkidin
şahsi zevklerinin tesiriyle yazdığı tenkitlerin de ikinci türden bir edebi metin olduğunu ve
bunların şiiri anlamaya yetmeyeceğini söyler. Münekkid, edebi bir metni duyan ve hisseden
kişiyse, metinler şerhçisi anlayan kişidir, diyerek ciddi bir ayrıma gider. Şerhçinin metodu
bellidir, anladığını anlatabilir. Anlattıkları ise nesneldir, ölçülebilirdir. Söylediklerini
belgelendirir, okuyanın zevkine karışmaz. Şerhin sonunda bir esere güzel veya çirkin
hükmünü vermez. Yapmış olduğu iş laboratuvarda çalışan bir ilim adamı gibi tarafsızdır.
Ortak özelliklerini bulur, sıralar, devrine ait özellikleri ortaya çıkarmaya çalışır.(Güleç, t.y: s.
85).
19. ve 20. yüzyıllarda Batı’da yapılan bilimsel keşif ve icatlar dil ve edebiyat çalışmalarını da
etkilemiş, özellikle Ferdinand de Saussure’ün temellerini attığı yapısalcılık, dil çalışmalarını,
�dilsel varlıkların algılanışını ve değerlendirilişini toptan değiştirmiştir. Gerçeği tek tek
nesneler üzerinden değil, nesneler arasındaki ilişkiler yoluyla saptayan yapısal yöntem,
adından da anlaşılacağı gibi incelendiği nesnenin yapısına yönelmektedir. “Saussure’ün dil
hakkında öne sürdüğü en önemli, en etkin görüş “dil”in bir sistem olduğu görüşüdür. O
‘dil’deki ‘sistem’e dikkat çekip belli bir zaman diliminde, bir ‘dil durumu ’nu saptayıp dilin
yapısını incelemek gerekliliğini vurgular, yani eşsüremli bir incelemenin önceliğini belirtir.”
(Ucan,2003:209-219). 1950- 1960 yılları arasında büyük bir yayılma gösteren yapısalcılık,
dilbilim dışında özellikle insanbilim alanında F. de Saussure’ün, R. Jakopson’un ve N.
Trubetskoy’un çalışmalarının yanı sıra matematik ve mantıktan da yararlanan C. LeviStrauss’ta en ileri yöntemsel aşamasına ulaşmıştır. Yapısalcılık, göstergebilim alanında da
etkisini güçlü bir biçimde duyurmuş, değişik doğrultularda gelişen çeşitli akımların kalkış
noktasını oluşturmuştur (Vardar, 2002:219). Yapısalcılıkta eleştirici yansız olarak metne
bakar. Ne yazar ne de diğer etkenleri dikkate alarak metne bakmaz. Metne tarafsız olarak
karşıdan bakar ve kendi kurduğu modelle karşılaştırarak onu incelemeye çalışır. Yapısalcılık
metni incelerken belirgin bir yol takip eder. İlk olarak eleştirmen metni birim parçalara böler.
Bu parçalar anlambilimi, sözdizimi, söyleniş biçimi olarak üçe ayrılır. Bu inceleme
sonucunda eleştirmen metni kendine has yönlerini bulup yorumlar (ERDEM, 2003:232).
Öncelikle, gazel geleneksel yöntemle şerh edilecek daha sonra yapısalcı yaklaşımla bir
inceleme yapılacaktır.
Bâki `nin” Söylen söylesün “Redifli Gazeli Günümüz Türkçesine Çevirisi ve Şerhi
1.Söylemez küsmüş bana cânâne söylen söylesün
Neyledüm ol yâr-ı âlî-şâne söylen söylesün
(Sevgili bana küsmüş, benimle konuşmuyor. Söyleyin benimle konuşsun O, sani yüce
sevgiliye ne yaptım? Söyleyin bana söylesin.)
Divan edebiyatında, sevgili her zaman asığını pesinden koşturur, yüz vermez. Şair burada
tecahül arif sanatını kullanmistir, bilir ancak bilmezden gelerek sorar. “Neyledüm” diyerek
hem sevgiliden şikâyet eder, hem de “söylesin” diyerek medet umar.
2.Nâz ile güftâre gelmezse helâk eyler beni
Ol cefâ vü cevri bî-pâyâne söylen söylesün
(Nazlanıp durur da benimle konuşmazsa, helak olurum, O cefa ve eziyeti sonsuz olan
sevgiliye söyleyin nazlı nazlı konuşsun benimle.)
Sevgili hercaidir, nazlanır, aşığını peşinden koşturmak hoşuna gider.Sevgilinin yokluğu aşığa
acı verir çünkü âşık sevgilinin aşkından beslenir, hayat bulur. Burada da şair, sevgilinin
nazlanması devam ederse, helak olacağını söyleyip, O, naz etmekten usanmayan sevgiliye
haber edilmesini, kendisiyle barışmasını, aksi takdirde bu acıya dayanamayıp, yok olacağını,
helak olacağını soyluyor.
�3.Derd-i aşkı gayrdan sorman ne bilsün çekmeyen
Ânı yine âşık-ı nâlâne söylen söylesün
(Aşk acısını aşk derdinden haberi olmayana sormayin, ne bilsin. Onu aşk ile inlemiş olana
sorun, o, benim derdimi anlatsın.)
Aşk acısıyla yanmamış olan benim derdimden anlamaz, siz onu aşk acısıyla inleyene
söyleyin da sevgiliye haber etsin çünkü ancak beni O anlar. Gerçek âşık olmayan aşk
derdinden anlamaz, şair, gerçek âşık olup aşk derdi çekenler kendini daha iyi anlayacağı için
onlardan yardım istiyor.
4.Hâr zahmından neler çektiğimi gülzârda
Bâğbân-ı bülbül-i giryâne söylen söylesün
(Gül bahçesinde dikenin zahmetinden neler cektigimi, bahcivan olan bülbüle sorun size
anlatsın.)
Sevgili güldür, âşık ise bülbül. Gül bahçesi sevgilinin mekânıdır, dikenler ise âşığı sevgiliden
uzak tutan sebeplerdir. Nasıl ki bülbül gül bahçesinde şakırsa, tıpkı onun gibi âşık da
sevgilisine nağmeler dizer. Bülbülün ona yaptığı gibi O da sevgilisinin aklini çelmeye çalışır.
Buradan yola çıkarak şair, bülbülden medet umuyor, güle yani sevgilisine haber etmesini
istiyor. Çünkü bülbül o bahçenin ayni zamanda kapıcısıdır. Kapıcıdan, geldiğini sevdiğine
haber vermesini istiyor.
5.Bâkıyâ din turmasun güftâre tâkat kalmadı
Vaktidur ol hüsrev-i devrâne söylen söylesün
(Ey Bâkȋ! Devrin güzellik sultanına söyleyin; benim söylemeye mecalim kalmadi,
konuşmanın vaktidir artık benimle konuşsun.)
Asik: Vuslati arzulayan bir dilenci, sevgili:Devrin Sultani, sairin dostlari ise elcidir. Asigin
söz söyleyecek gücü kalmamistir.
Asik vuslata ermek icin dostlarindan yardim dilenir, dostlarını sevdiğine elçi gönderir,
dostlarindan, masukuyla konusup, onu vustlata razi etmelerini ummaktadir.
B.
Gazelin Yapısalcılık Açısından İncelenmesi
1. Nazım Şekli: Gazel
Türk edebiyatında gazeller 4-15 beyit arasında değişmektedir. Dört beyitli gazeller yok
denecek kadar azdır. Divanlarda bulunan bu gazellerin yarım mı kaldıkları, yoksa bazı
beyitlerinin eksik mi yazıldığı belli değildir. Kesin bir kural olmamakla birlikte gazeller
genellikle 5, 7, 9, 11 gibi tek sayılı beyitlerde yazılmışlardır. Gazel Âşıkane konulu bir
gazeldir. Baki`nin bu gazelinde “söylen söylesün” redifinden yararlanılmıştır. Bu gazel 5
beyitten meydana gelmektedir. Bakinin divanında 548 gazel bulunmakta,548 gazelden 451
'inde; 21 kıt ‘adan 15' inde ve 31 matla'dan 18'inde redif bulunmaktadır.( Aydın, 2012:42)
�2. Gazelin Vezni: Gazel, aruzun, remel bahrinin müsemmen kalıbı olan Fâilâtün fâilâtün
fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılmıştır. Aşağıdaki tablodan gazelin vezin unsurlarına
baktığımızda; 4 kelimede med, 17 kelimede imale, 3 kelimede de vasl (ulama) yapıldığını
görüyoruz. Beyitleri aruz kuralları açısından değerlendirecek olursak dengeli ve sağlam bir
kuruluşu vardır.
Gazelde anlam, ‘’söylen söylesün ‟ redifiyle daha netleşiyor. Gazelin kafiyesi cânâne, âlîşâne, bî-pâyâne, nâlâne, giryâne, devrâne kelimelerinde gecen ”ân”olup, zengin kafiyedir.
Kafiyede ki ‘’â‟ kalın ve uzun sesiyle birlikte, redifin söylenişine bir zenginlik ve güçlü bir
ses değeri vermektedir. Bâki’nin ‘‘söylen söylesün’’ redifli gazeli aruz açısından
kusursuzdur. Bu durum Bâki’nin aruzdaki ustalığının bir göstergesidir. Gazelin yukarıdaki
açıklanan aruz özellikleri aşağıdaki grafikte gösterilmiştir. Bu grafikte, gazeldeki ses
uyumunu gözler önüne sermektedir.
Tablo 1: Gazeldeki Aruz Vezni Unsurlarının Dağılımı
Med
İmale
Zihaf
Vasl
1.Beyit
0
2
0
1
2.Beyit
0
4
0
2
3.Beyit
1
4
0
0
4.Beyit
3
4
0
0
5.Beyit
0
1
0
0
3 Gazelde Kullanılan Ünlü ve Ünsüzler:
Beyitler
Yumuşak
Ünsüzler
Sert Ünsüzler
Kalın Ünlüler
1
2
3
4
5
Toplam
32
33
29
36
30
160
11
6
11
7
14
49
9
7
12
10
15
53
İnce Ünlüler
20
72
23
68
16
68
17
70
15
74
91
352
Toplam
Tablo 2: Gazelde kullanılan kalın ve ince ünlülerin beyitlere göre dağılımı.
Beyitler
1.Beyit
Kalın Ünlüler 9
İnce Ünlüler 20
29
Toplam
2.Beyit
3.Beyit
4.Beyit
5.Beyit
7
23
30
12
16
28
10
17
27
15
15
30
Tablo 3: Gazelde kullanılan yumuşak ve sert ünsüzlerin beyitlere göre dağılımı.
Beyitler
1. Beyit
2. Beyit
3. Beyit
4. Beyit 5. Beyit
Yumuşak
32
33
29
36
30
�Ünsüzler
11
6
11
7
14
Sert Ünsüzler
43
39
40
43
44
Toplam
Kalın ve ince ünlülerin beyitlere göre dağılımının gösterildiği yukarıdaki grafiğe
bakıldığında, toplamda kalın ve ince ünlülerin beyitlere neredeyse eşit dağıldığı
görülmektedir. Gazelin ünlü ve ünsüz dağılımı, tablolarda gördüğümüz gibi birbiriyle uyum
içindedir. Yumuşak ve sert ünsüzlerin de beyitlere dağılımının gösterildiği yukarıdaki grafiğe
bakıldığında, toplamda yumuşak ve sert ünsüzlerin beyitlere eşit dağıldığı görülmektedir.
Gazele hâkim olan harflerin, yumuşak sessiz harfler olduğunu goruyoruz. Buradan hareketle,
gazelde anlamla yapı arasında uyum söz konusudur.
4 Gazelin Sözdizimi İncelemesi
5.1. Kelime Çeşitleri ve Yapıları
Gazelde 61 kelime kullanılmıştır. Bu kelimelerden en fazlası 35 kelimeyle Türkçe, daha
sonra 17 kelimeyle Farsça ve 11 kelimeyle de Türkçe olmuştur. Âşıkane konulu bir gazel
olduğu için kelimeler Türkçe ağırlıklıdır.
5.2. Tamlama Çeşitleri ve Yapıları
Gazeldeki isim ve sıfat tamlamalarının büyük çoğunluğu Farsça dilbilgisi kurallarına göre
yapılmıştır. Türkçe, Farsça ve Arapça isim ve sıfatlar, Farsça tamlamalarda bir araya
gelmişlerdir. Gazelde 5 adet ikili tamlama ve 1 tanesi de 3 kelimeden oluşan zincirleme isim
ve sıfat tamlaması olmak üzere toplamda 6 tamlama vardir. Gazelde ağırlıklı olarak Farsça
tamlamalar kullanıldığını görmekteyiz.
Gazelin tamlama tablosu ise aşağıdaki gibidir.
Tablo 4: Gazelde geçen tamlamalar.
Tamlamalar
yâr-ı âlî-şân
Türü
Farsça İ.T
derd-i aşk
Farsça İ.T
âşık-ı nâlân
Farsça S.T
hâr zahmı
Türkçe İ.T
hüsrev-i devrân
Farsça İ.T
bâğbân-ı bülbül-i giryân
Farsça İ.T
Kelimelerin Özellikleri
yâr
Farsça
âlî
Arapça
şân
Arapça
derd
Farsça
aşk
Arapça
âşık
Arapça
nâlân
Farsça
hâr
Farsça
zahmı
Farsça
hüsrev
Farsça
devrân
Arapça
bâğbân
Farsça
bülbül
Farsça
giryân
Farsça
İsim
Sıfat
İsim
İsim
İsim
İsim
Sıfat
İsim
İsim
İsim
İsim
İsim
İsim
Sıfat
�5.3. Gazelin Cümle Çeşitleri ve Yapıları
Bâki`nin 5 beyitlik bu gazelinde 21 adet cümle vardır. Gazeldeki cümlelerin çoğu, fiil
cümlelerinden oluşmaktadır. 20 fiil cümlesi, 1 adet isim cümlesi kurulmuştur. Genelde devrik
cümlelerle dikkat toplanmıştır. ‘’Söylemez’’ kelimesiyle başlayan gazelde önce dikkat
çekilerek, mana sonrakiler üzerinde yoğunlaştırılmıştır.
Tablo 5: Gazelin Cümle Çeşitleri
Cümle
Sayısı
1.Beyit
6
2.Beyit
3
3.Beyit
4
4.Beyit
2
5.Beyit
6
Yüklemine
Göre
Fiil
Fiil
Fiil
Fiil
Fiil
Fiil
Fiil
Fiil
Fiil
Fiil
Fiil
Fiil
Fiil
Fiil
Fiil
Fiil
Fiil
Fiil
Isim
Fiil
Fiil
Öğe Dizilişine
Göre
Devrik
Kurallı
Kurallı
Devrik
Kurallı
Kurallı
Devrik
Kurallı
Kurallı
Kurallı
Kurallı
Kurallı
Kurallı
Kurallı
Kurallı
Kurallı
Devrik
Kurallı
Kurallı
Kurallı
Kurallı
Anlamına
Göre
Olumsuz
Emir
Emir
Olumlu
Emir
Emir
Olumlu
Emir
Emir
Emir
Olumsuz
Emir
Emir
Emir
Emir
Emir
Emir
Olumsuz
Olumlu
Emir
Emir
Yapısına Göre
Basit
Basit
Basit
Basit
Basit
Basit
Girişik Bileşik
Basit
Basit
Basit
Basit
Basit
Basit
Girişik Bileşik
Basit
Basit
Basit
Basit
Basit
Basit
Basit
5.4. Gazelin Anlam İncelemesi
Beyitler
Gönderici
1. Beyit
Sair
2.Beyit
Sair
İletilen
Alıcı
Şair, sevdiğinin küsmesinin sebebini
merak ettiğinden dolayı bilmek
istemesi
Nazlı
sevdiğinin
nazından
konuşmaması aşığı helak etmekte,
aşığın hüzne gark olması
Şairin
dostları
Şairin
dostları
�3.Beyit
Sair
4.Beyit
Sair
5.Beyit
Sair
Dertlinin halini, dert çekenler anlar,
derdini aynı derdi çekenlerin
anlatması
Sevilenin sevene
anlatılması
ettiği
eziyetin
Şairin sevdiğinin konuşmamasına
Takatinin kalmamasi, kuslugun sona
erip, derhal sevdiğinin konuşmasını
istemesi
Şairin
dostları
Şairin
dostları
ve
kendisi
Şairin
dostları
Sonuç:
Sairler Sultanı diye bilinen Mahmud Abdulbaki divan şairlerimizin önde gelen
isimlerindendir. Doğduğu şehrin lehçesini şiirlerinde kullanarak, edebiyatımıza yenilik ve
güzellik katmıştır. Bu çalışmada Baki`nin “söylen söylesün” isimli gazeli geleneksel şerhle
birlikte ele alınmış, diğer taraftan da gazele yapısalcı bir bakışla değinilmiştir. Klasik şerhte
fark edilemeyen, iç ve yapı bütünlüğü, biçim ve ses örgüsü incelenip, gazelin zenginliği
kapsamlı bir şekilde tanıtılmaya çalışılmıştır.
�Kaynakça
AKÇAY, G. (t.y) Fuzuli ve Nedim`in “Eyler Beni” Redifli Gazellerinin Yapısalcı Yöntemle
Karşılaştırılması, trbys.trakya.edu.tr/file/download/72228799/.
AYDIN, H.(2012) Muhtevanin Çerçevesi Bâkî Divan Örnegi, Pr Dr Mine Mengi Adina Turkoloji
Sempozyumu Bildirileri, s.42.
DAGLAR, A. (2007) Klasik Türk Edebiyati Şerh Gelenegi Ve Haci İbrähim Efendi’nin Şerh-i
Belagat’ina Dair, turkishstudies, s.163.
DAGLAR , A. (2007):Vassâf Tarihi Şerhinden Hareketle Şerh Kaynakları Meselesi, Turkish
Studies, ss.293- 294.
GOK, T. (2014) Şem’i Şem’ullâh Ve Şerh-i Subhatü’l-Ebrâr’i Şem’î Şem’ullâh and His Şerh-i
Subhatu’L-Ebrâr: jasstudies, s. 412.
ERDEM, M. ( 2003) “Dilbilimsel Eleştiri”, Hece, Eleştiri Özel Sayısı, S. 6, Hece Yay,
Ankara, s. 228-238.
ERDEM, M. ( 2003). “Dilbilimsel Eleştiri”, Hece Eleştiri Özel Sayısı, Hece Yay, MayısHaziran-Temmuz, Özel Sayı:6, Ankara, s.232.
GULEÇ ( t.y) Klasik Türk Edebiyatı Metinleri Nasıl Şerh Edilmeli? , journals.istanbul, s. 85,
TODOROV, T, .( 2001), Poetikaya Giriş, Akt: Şahin, K. Metis Yayınevi, İstanbul, s.8
UCAN, H.( 2003) “Dil, Yazar, Metin, Eleştiri Bağlamında Yapısalcılık,” Hece Eleştiri Özel
Sayısı 6, Ankara, s. 209-219.
VARDAR, B.( 2002), Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, Multilingual Yay, İstanbul,
s.219.
YILMAZ, O.(2007), “Klâsik Şerh Edebiyatı Literatürü”, Türkiye Araştırmaları Literatür
Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 9, İstanbul, s. 271-304.
�
Dublin Core
The Dublin Core metadata element set is common to all Omeka records, including items, files, and collections. For more information see, http://dublincore.org/documents/dces/.
Extent
The size or duration of the resource.
3617
Title
A name given to the resource
BÂKİ`NİN ’’SÖYLEN SÖYLESÜN’’ REDİFLİ GAZELİNİN ŞERHİ VE YAPISALCILIK AÇISINDAN İNCELENMESİ
Author
Author
ÖZUYGUN, Ali Rıza
Baran, Elif
Abstract
A summary of the resource.
Bu çalışmada, XVII. Yüzyıl Klâsik Türk Edebiyatı şairlerinden Sultanü’ş-şuara (Şairler sultanı) olarak anılan Bâkȋ`nin “söylen söylesün” redifli gazeli incelenmiştir. Gazel; öncelikle klasik şerh metodu ile daha sonra da yapısalcılık açısından incelenmesinden oluşmaktadır. Öncelikle dilbilim ve yapısalcılık hakkında bilgi verilmiştir. Anahtar Kelimeler : Bâkȋ, Gazel, Şerh, Yapısalcılık
Date
A point or period of time associated with an event in the lifecycle of the resource
2016
Keywords
Keywords.
Conference or Workshop Item
PeerReviewed
PI Oriental languages and literatures
-
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/f42327e017949000f93b2382bcf855d0.pdf
47988eb1a5c13995d2931fa8f858a481
PDF Text
Text
ALEVİ-BEKTAŞİLİĞİN İNANÇ VE KÜLTÜR AKTARIMINDA OZAN’IN ROLÜ VE
GÜNÜMÜZDE OZAN
Ali Rıza Özuygun1 Mehmet Dinç2
Özet
Aşıklık/Zakirlik/Ozanlık, Alevi-Bektaşi inancında en önemli figürlerden biridir. Zakir,
ibadetin yapıldığı Cem evinde, Hz Muhammed, Hz Ali ve Hacı Bektaşi Veli’nin temsilcisi
konumunda Post’a oturur. Cem’i yöneten dedenin yanı başındadır. Cem’in olabilmesi için
gerekli olan 12 hizmetten birisini Zâkir yapar. Dede, Cem’i Zâkirle birlikte yönetir. AleviBektaşilerin “telli Kur’an” olarak kutsal bir mertebe verdikleri bağlama/saz Zâkir’e
emanettir. Aşık/Zakir/Ozanlar Alevi-Bektaşi inanç, kültür, yaşayış tarzı ve öğretilerine ait
kuşaktan kuşağa edindikleri bilgi birikimlerini saz ve sözle gelecek nesillere aktarırlar. Bu
aktarım sürecinde kendi yorumlarını da katarlar, fakat genel çizgi ve öz’ün dışına çıkmazlar.
Mevcudiyetini devam ettirme gayreti içerisinde olan bu gelenek, şehirleşme ve göçle birlikte
bazı sorunlar yaşamaktadır. Gelenek, günümüz şartlarına uygun bir aktarım modeli arayışı
içerisindedir. Sözlü kültür geleneğine sahip Alevilik Bektaşilik inancının yaşatılması ve
aktarımında, şehirleşme ve göç sürecine bağlı ortaya çıkan problemlerin neler olduğu ele
alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Alevi-Bektaşilik, Ozan/Zakir/Aşık, Kültür Aktarımı
Abstract
Asik/Zakir/Ozan (minstrelsy) is one of the most important figure in the belief of AleviBektasi.Zakir takes the nearest seat next to Dede who is known to be the representative
of the Prophet Mohammed,Ali and Hadji Bektasi Veli.Dede directs the Cem ceremony
with Zakir and Zakir makes one of the 12 services which is necessary to complete the
Cem.'Saz' (which is called 'Stringed Quran'and holy for Alevi-Bektasi people) is relic to
Zakir.Using 'saz' and 'words', Asik/Zakirler/Ozanlar(poet) passe their knowledge
they've acquired from their culture,life style and belief to the future generations without
departing from the. Although having some problems causing by urbanization and
migration,this tradition endeavors to maintain its presence without being deformed.
Keywords: Alavism, Bektashi Order, Minstrelsy, Poet, culture transmisson
1
2
Doç. Dr. International Burch University, Eğitim Fakültesi, TDE Bölümü, Öğretim Üyesi
International Burch University, Eğitim Fakültesi, TDE Bölümü, Yüksek Lisans Öğrencisi
�Giriş
Her kültür, kendi varlığını ve taşıdığı birikimleri nesillerine aktarma gayreti içerisindedir.
Bazı kültürler yazılı edebiyatı bazıları ise sözlü edebiyatı daha yoğun kullanarak bunu
yaparlar. Toplulukların yaşayış tarzı bu farklılıkta belirleyici rol oynamıştır. Yüzyıllar boyu
göçebe hayat tarzını benimsemiş Türk boylarında daha çok sözlü kültür hakimdir. Yerleşik
hayata geçtikten sonra da bu özelliğini yitirmemiştir. Alevi-Bektaşi inanışında da yazılı
kaynakların fazla olmamasından dolayı, özellikle dede-babalar ve Aşık/Ozan/Zakirler
aracılığı ile bu inanış sözlü edebiyat vasıtası ile aktarılmıştır.
Alevi kelimesinin sözlük anlamı; Ali’ye mensup, Ali taraftarı, Ali’yi seven, tevhide inanan,
Muhammed Mustafa’yı peygamber olarak kabul eden ve Ehl-i Beyt’i seven, İslam’ın
tasavvufi bir yönüdür. Alevilik İslam’dır. Alevilik ilke olarak, Hakk-Muhammed-Ali
yolunu benimser. Bu yol; Kırklar meclisinde olgunlaşan, On iki İmamlarla devam eden,
İmam Cafer-i Sadık’ın akıl ölçüsünü rehber alan, Horasan Erenlerinin himmetleriyle
Anadolu’ya gelen Hazreti Pir ve ulu ozanlarımızın nefesleriyle haya bulan inancın adıdır.
Alevi dedelerinin Alevilik tanımı aktaran İlyas üzüm. (Üzüm,2009 s7)
Sözlü kültürün kendine has, dilden dile nesilde nesile aktarım yönü olduğu gibi,
Aşıklık/Zakirlik/Ozanlık, de usta çırak ilişkisi içerisinde kuşaktan kuşağa aktarılır. Bu vesile
ile kültürel birikimin tamamı yeni nesillere aktarılmış olur. Dolaysıyla, böyle bir silsilede
meydana gelecek bir aksama, kültür ve inanç kodlarının, nesillere aktarılmasına engel olacak
ve inanışta farklılaşmalara sebebiyet verecektir. Şehirleşme ve göçle birlikte, Alevi
toplumunun, kendisini bir arada tutan musahiplik kurumuna, dede ve ozanlara uzak kalması
sebebiyle sosyal kontrol giderek etkisini yitirmeye başlamıştır. Yazılı kaynakların yeterli
derecede olmaması da kültürel birikimlere erişimi sınırlandırmış ve geçmişten günümüze
bozulmadan aktarılan bu birikimler son dönemde değişim göstermeye başlamıştır.
Alevi Bektaşi inancına sahip olan insanlar, dedeyi, Hz Muhammed, Hz Ali, Hacı Bektaşi
Veli’nin varisi olarak görür ve ona hürmet ederler. Zakirlere de bu geleneğin sürdürülmesinde
etkin rol oynadiklari için hürmet gösterirler.. “Alevi-Bektaşi kültüründe bugüne kadar gelen
âşıklardan Yedi Kutuplar adı verilen Pîr Sultan Abdal, Kul Himmet, Hatayî, Yemîni, Virâni,
Teslim Abdal ve Nesimî’nin kutsal sayıldığı görülür” (Atlı, 2005 s27-28) Yedi Ulu Ozan
zakirlik geleneğinin en önemli isimleridir. Deyişlerde Hak-Muhammed-Ali , On iki imam,
Ehli Beyt, kerbela, İmam Hüseyin ve Hacı Bektaşi Veli gibi konular işlenir. Deyişlerde “şah
beyit” denen eseri yazan kişinin mahlasının geçtiği bölüme geldiğinde el göğse götürülür,
yedi ulu ozandan birisi ise sonra işaret parmağı dudağa götürülüp niyaz istenir.
AŞIK/ZAKİR/OZAN
Aşık, gerçek anlamda gönlünü Hakk sevgisi ile dolduran ve bunu, yani gönül dilini özgün
deyişlerle dile getiren kimsedir. Buyruğa göre aşık, Hakk’ı öven ve Hakk’ın buyruklarını
yerine getiren kimse demektir. Hakk’a uymayan aşığın sözüne itibar edilmez. Asırlar boyunca
Anadolu’da Alevi Bektaşi geleneğinde yüzlerce aşık yetiştirmiş, bunlar Hakka gönül
dünyalarına yansıyan ifadelerle terennüm etmişlerdir. (buyruk, s.24) (Tiryaki 2013 s101)
Aşık Alevi cemlerinde deyiş okuyan kişidir. Tanrıyı, kendinde görme aşamasında olan, seven
gönül veren. Halk, Hak ozanı, aydınlatıcı, sanatçı, şair, sevdalı, gönlünü halka/ Hakk’a veren
kişi. Alevilere ve Alevi dervişlerine aşıklarına daha önceleri: Selçuklu ve Osmanlı döneminde
"Işık taifesi’ ‘ışık toplumu, dervişleri’ "ışık" denmiştir. Nitekim rehber, pir mürşit kavramları
da aynı anlama gelmektedir. (DABF 2008 s78)
�Zakir sözlükte zikreden kişi demektir. Buyruğa göre Zakir 90bin Hakk sözünü içinde gezdiren
kimsedir. Zakir, bağlamanın telleri ile aşıkların söylediği tevhid, duvaz imam, deyiş ve
nefesleri tüm canlarla paylaşan kimsedir. Zakir parmakları ile bağlamanın tellerine
dokunurken aynı zamanda gönlündeki Hakk sözlerini harekete geçirir. Zakir deyişleri sadece
dili ile değil gönlüyle de okuyan kimse demektir. Zakir, yerde gökte zikir sırasında bir bakıma
tabiptir. Arıdır, temizdir. Her bağlama çalan Zakir olmaz. Zakir olabilmek için söylenen
deyişlerin gönül telleriyle çalınabilmesi gerekir. (Buyruk s.31) (Tiryaki 2013 s102)
On iki hizmetten oluşan cemde en başta dede/pir/baba bulunur. İkinci sırada ise Zâkir(ler)
bulunur. Hem dede hem de Zâkir Alevi-Bektaşi edebiyatının yaratıcısı, aktarıcısıdır. Böylece
dede ve Zâkir, bu edebiyatın ve müziğin yaşamını/sürekliliğini/ canlılığını ve korunmasını
sağlarlar. Cemlerde ayeti/nefesi ya dede ya Zâkir ya da her ikisi seslendirirler. Bir çalgıyla
seslendirilen nefesler, cemin etkili ya da coşkulu olmasının en önemli unsurudur (Clarke 1998: 259,
Taşgın 2002: 31).
Alevi-Bektaşi Kültüründe Saz/Bağlamanın yeri
Alevi-Bektaşi inancında sözlü edebiyat, kültür ve inanç aktarımında başrolde olduğu için
sözlü edebiyat aktarıcılarının en büyük yardımcısı, olmazsa olmazı Saz/Bağlamadır. Kur’an
ayetleri, hadisler, kahramanlık öyküleri, edep, erkan, yol ile alakalı tüm birikimler bağlamanın
telleri ile gönül dilinden gönül kulağına aktarılmıştır. “Anadolu Alevîleri sazın kutsallığı
inancını İslami yapı içinde de yaşattılar. Saz, Alevî evlerinde baş köşede bulunmaktadır. Saz
çalınacaksa, göğsünden üç kez öpülüp başa götürüldükten sonra çalınmaya başlanır. Birine
verilecekse yine aynı şey yapılır. Bugün Alevîler saza “Telli Kur’an” demektedirler”. (Zelyut,
1992:167-168). “Telli Kur’an olarak bilinen bağlama ile Hünkar’ın âşıkları, bizi, bizim
dilimizle irşat etti. Şah Hatayi, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet ,Virani ve Abdal gibi Zakirler,
Hacı Bektaş Veli düşüncesini sözün ulaşabileceği en üst estetik ölçülerle bugünlere aktardı”
(Özüdoğru,2011 s12)
Yedi ulu ozandan biri olan “Sah Hatayi” mahlası ile yazan Sah İsmail’de aşağıdaki dizelerle
bunu açıkça ifade etmiştir.
Zakir’in zikri saz ile
Kuran okur avaz ile
Mümin Müslim niyaz ile
Zakirlere haber olsun
(Kaptan)
Kültür Aktarımında Ozan/Zakir/Aşıklar
Aşık/Zakir/Ozanlar, Alevi-Bektaşi inancını, kültürünü ve temel öğretilerini okudukları deyiş,
nefes ve duvaz imamlarla nesilden nesile aktaran en önemli kanal olmuşlardır. İnanç, edeb,
erkan, yol, ibadet ve toplumun tüm benliğine işlemiş, Kerbela gibi önemli olayları da farklı
ağız ve söyleşilerle tekrar tekrar anlatarak zihinlerde ve kalplerde sıcak kalmasını
sağlamışlardır. Alevi Bektaşi kültürünün günümüze ulamasında en büyük pay sahiplerinden
birisi de ozanlardır.
Alevi- Bektaşi inancında ve öğretisinde, söz üreticileri ve yaratıcıları, konuşan Kur’an olan
ozanlardır. Ozanlar, bu inancın, değerlerini ortaya koyan, var olan değerleri geleceğe taşıyan
ve o değerleri halka yayan bilge insanlardır. Ozanlar, konuşan, duyan, gören, algılayan, sezen,
betimleyen vs. bir kültür insanıdırlar. Alevilikte ozan, olmazsa olmazdır. Bağlama, ozanı
�konuşturan dilidir. Bağlama ve ozan, bir bütündür ve Alevilik, inanç ritüellerini, ozanın sözü
ve bağlamasıyla gerçekleştirir. Aleviliğin en büyük kaynağı, ozanların söylemlerinde ve
dizelerinde gizlidir. Alevilik konusunda kaynak arayanlar, ozanlara başvursunlar. Onların
sözleri ve dizeleri, başka kaynaklara gerek duymadan, bu konuda yeterince bilgi verecek
konumdadır. (Zaman, 2013 s78). Alevi kültüründe sözlü edebiyatın bir yansıması olarak
ozanlar ve dedeler, topluluğun belleğidir ve işini icra ederken topluluktan uzakta değil, bizzat
topluluğun karşısında ve topluluğun denetimine açık vaziyettedir. Bu açıdan ele alındığında
Alevi aidiyetine hitap ettiği ölçüde sözün önemli bir özelliği de bu türden toplumsal hafıza
sistemlerinde saklanabilir olmasıdır. (Okan, 2004,S68)Aşıklar, söz ve halleri ile insan-ı kamilliğe
kadar giden yolda “öncü” olmuşlardır. (Eğri, 2013 s83)
Deyiş, Nefes ve Duvaz-imamlarla kültür aktarımı
Duvazlar, Nefesler, Deyişler veya Gulbanklarda Hak-Muhammed-Ali, Ehli Beyt ve yolundan
gidenlerin öğretileri, edeb, erkan, yol, ahlak, ibadet gibi konular işlenmiş. Nihai olarak insan-i
Kamil olma yolunda topluma yol gösterici olmuştur. Hz, Ali, Hz Fatima, Hz Hasan, gibi Ehl-i
beyt ve On iki imam için methiyeler yazılmıştır, bunlar ozan/Aşık/Zakir tarafından dilden dile
günümüze kadar aktarılmış, Alevi-Bektaşi inancında rol-model olan şahsiyetler hafızalara
kazınmıştır.
“Nefeslerde işlenen konular, Alevi- Bektaşi inancının çerçevesini de belirler niteliktedir.
Yoğun olarak, Tanrı sevgisi, tasavvuftaki vahdet-i vücut kavramı; Hz. Muhammed, Hz. Ali ve
On İki İ̇mam’a övgüler yani sıra başka Alevi- Bektaşi uluları için; örneğin Hacı Bektaş-ı Veli
ve insani iyiye, güzele götürme yolları anlatılır. Bu bakımdan Hz. Muhammed için söylenen
na’atlara ve Hz. Ali için söylenen methiyelere de nefes denilir” (Turan, 2009: 434).
Deyişlerin Alevi- Bektaşi kültürünün en önemli aktarıcısı ve iletişim şekli olduğunu, bunların
Alevi birlik ilişkisinde, söz söyleme, söylenen sözü dinleme, onları tekrarlama, yeniden
oluşturma ve ortak geçmişe bağlanma şeklindeki en önemli öğrenme yöntemi olarak kabul
edildiğini ifade eder. Âşıklar tarafından bağımsız olarak yaratılmış̧ deyişler dışında, özellikle
Cem töreni sırasında seslendirilen, belirli anlam ve görevleri olan deyişlerin, On İki Hizmet
deyişi, çerağ uyandırma deyişi, niyazlaşma deyişi, semah deyişi gibi isimler aldığı
görülür.(Demir, 2009 s21)
Duvâzların temel şahsiyeti Hz. Ali’dir. Ozanlar Hz. Ali’nin yiğitliği cesareti ve velâyetine
vurgu yapmışlardır. Aynı zamanda, On İki İmam’ın Hz. Ali’yle bilendiği ve her imama Hz.
Ali gibi bakıldığı anlaşılmaktadır. İmamların Hz. Ali soyundan gelmesi bu durumu oluşturan
temel etkendir.(iyiyol,2013,s21)
Ozanlar, çoğunlukla Hz. Fatima için Türk halk kültüründe de yaygın olarak görülen “Fatima
Ana” ifadesini kullanırlar
Âdem de kubbe-i cennet içinde
Fatma Ana’yı gördüm ziynet içinde
Bir hutbe on iki âyet içinde
Hutbe-i duvâzda imam yazıldı. (Arslanoglu, (1997 s51)
Örneğin, ozanlar Hz. Hasan’ın zehirlenerek şehit edilmesine sıkça telmih yapmışlardır.
Zehirlenme olayı çoğunlukla, “Ağ̆u verme” şeklinde ifade edilmiştir. Duvâzlarda Hz.
Hasan’ın zehirlenmesi ile Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehadetinin bir arada ifade edilmesine
sıkça rastlanmaktadır.
�Şah Hasan’a ağu verdi Mûaviye
Mu’min olan Ehl-i Beyt-i tanıya
Kerbelâ’da İ̇mam Hüseyn hani ya
Zâhır Batıncümlesine bir geldi. Kul Hasan (Ergün, 1946a: 74). (İyiyol, 2013 s23)
Cem’de Zakir
Cem içerisinde saz ve söz birliktedir. Alevilerin büyük saygı ve sevgi beslediği yol ulularının
ve yola ilişkin kuralların işlendiği Şah Hatayı, Pir Sultan ve Kul Himmet gibi ozanların
deyişleri Dede veya Zakir/aşık tarafından saz eşliğinde söylenir. Saz/söz, Alevilerce “telli
Kuran” olarak adlandırılır. Sözlü geleneğin hakim olduğu bu topluluklar, yola ilişkin bilgi
gereksinmelerini, kitaplardan veya belli eğitim kurumlarından değil, saz ve söz birlikteliğinin
ön planda olduğu bilgili büyükler ve pirlerden sağlamaktadırlar. (ACAR, 2008, s43)
Cem Töreni, “On İki Hizmet” denilen ve mutlaka yerine getirilmesi gereken işleri kapsayan
bir kurallar bütününe göre işler.
1. Mürşid, Hacı Bektaş̧'i temsil eder.
2. Rehber, sulûk edecek, Tarikate girecek olanlara yardımla görevlidir.
3. Zâkır (Sazandar ozan). Saz çalar ve nefesleri okur. Bir ya da daha çok Zâkır bulunabilir.
4. Farraş (Süpürgeci), Selmân-i Pâk'i (Selmân-i Fârsi’yi) temsil eder. Yeri, Kırklar Bezmi'nde
Selmân-i Fârsî'nin aldığı yeri karşılamaktadır. Bu hizmete Selmân hizmeti adı da verilir.
5. Çırağ̆ci (Delilci), mumlara bakmakla görevli olan,
6. Pervane (Pazvand, Kapıcı), Yabancıların Meydan'a girişlerini önlemek ve giriş̧ kapısını
gözlemekle görevli olan,
7. Gözcü (Gözetici), Törenin konulmuş̧ düzene göre akışından sorumlu olan görevli. Öbürleri
arasında, içkinin fazla kaçırılmasından da sorumlu olmalıdır.
8. Sofradar (Sofracı), Yemeklerden sorumlu olan,
9. Meydancı, temizlikçi.
10.Şaka (Doliicu), Hüseyn'in ve yoldaşlarının şehadeti anılırken içilen suyu
11.Îbrikçi (îbrikdar), ceme katılanların ellerine gülsuyu dökmekle görevli bulunan, dağıtmakla
görevli olan,
12.İ̇zinci (Ayakçı), Ayakkabıları kaldırmak ve koymakla görevli olan kişi. Bu On İki Hizmet şunlardır
(Melikoff, 1999 s262)
Günümüzde, büyük kentlere taşınmış̧ olan cem evlerinin, köylerdeki fonksiyonunu birebir
yerine getirdiği söylenemez. Cem evleri kentlerde bir takım değişikliklere uğramıştır.
Öncelikle cem evleri sabit bir mekân olarak yapılmıştır. Bazı cemler düğün salonlarında
yapılmakta, ceme katılanlar ise sandalyede misafir gibi oturmaktadırlar. Köylerdeki cemleri
referans alan katılımcılar için bu mekân değişimi, dinî tatmin için olumsuz bir durumdur.
Ayrıca, Muharrem ayının sonunda yapılan Aşure cemleri de bireyin dinî duygularını
tatminden ziyade, dernek ve vakıfların gövde gösterisi görünümündedir. Saha çalışmamız
esnasında, Muharrem ayının sonunda kapalı spor salonlarında beş̧-on bin kişinin katıldığı
Asure cemleri organize edilmiştir. Bu cemlerde, Alevîler dinî bir katılımcıdan çok izleyici
topluluğu görünümünde idiler. F. Bozkurt’a göre, kentlerde yeniden kurulan cem evleri, cem
töreninin ruhuna uygun düzenlenmelidir. Cem, katılanları izleyici durumundan kurtarıp,
bizzat katılabildiği rol alabildiği bir tören durumuna getirilmelidir (Bozkurt, 2000: 147).
Türkler İslamiyet’e yeni girdiklerinde, ilahiler ve şiirler okuyan, Allah rızası için halka
iyiliklerde bulunup onlara dünya ve ahiret saadeti yollarını gösteren dervişleri, eski
inançlarındaki kutsal kabul ettikleri ozanlara benzeterek sevgiyle kabul etmişler, onlara
�bağlanmışlardır. Böylece, eski ozanların yerini, ata ve baba ünvanlı dervişler almıştır.
Nitekim Hazreti Peygamberin sahabelerinden sayılan Arslan Baba ile Korkut Ata ve Çoban
Ata bu dervişlerdendir.( Koprulu, 1991 s19)
Belli düşüncelere bağlı olan Alevi-Bektaşi şiirinde yer alan konular: Ali sevgisi, Kerbela
olayından duyulan derin üzüntü, inanç katılığını yerme, bu katılığa karşı çıkıp direnme, içinde
yaşanılan dünyaya bağlanma, şeriatın acımasızlığını yerme, alaya alma, içkinin etkinliği, On
İki İ̇mam’a duyulan saygı, yeryüzünde süregiden düzensizlik, eğrilik, doğruluktan kaçış̧,
erdemsizlik, anlamsız yasaklar, mutluluk kutluluk özlemi gibi konulardır (Eyüboğlu, 1991
s34)
Seyit yöre çalışmasında, Alevi- Bektaşi kültüründeki şiir ve musikinin ana özelliğinin edebî,
dinsel ve kültürel temelli formlar olması ve bunların deyiş̧, nefes, nâ’t, mî’raclama, tevhîd ve
mersiye olduğunu ifade eder. Alevi-Bektaşi kültürünün edebî ve müziksel eserlerinin , 13.
yüzyıldan 20. yüzyılın ortalarına kadar oluşturulduğu, o tarihten günümüze kadar çoğunlukla
var olan eserlerin tekrarlandığı söyler. Yani çok fazla yeni eserin ortay çıkmadığı, sonradan
yazılan eserlerin ise, sosyal, siyasi ve güncel konulara değindiği veya popülerlik içinde
olduğu ifade eder. (Yöre 2011 s220)
İnanç, İbadet ve Ahlak eğitiminde Ozan/Zakir/Aşıkların rolü
İnanç, İbadet ve Ahlak eğitiminde de Ozan/Zakir/Aşık çok önemli rol üstlenmiştir. Prof. Dr.
Osman Eğri Alevi-Bektaşi inanışında bu üç eğitimi alanını velayetnameler, erkannameler,
buyruklarda, icazetnamelerde nefes ve şiirlerde incelemiştir. Aşık/Zakir/Ozanlar, AleviBektaşilikteki İnanç, İbadet ve Ahlak eğitimini günümüze ulaştırmıştır. Yedi ulu ozan, Yunus
Emre gibi aşıklar kendi üslupları ile bunu aktarmışlardır. Örneğin Yunus Emre Tevhid
inancını aşağıdaki dizelerle aktarmış. “Bektaşi şairlerinin çoğu, tekke ve dergah hayatını
bizzat yaşayarak yakından tanıyan kimselerdir. Dervişlerin olgunlaşma süreçlerindeki
engelleri, ve imkânları her gün, her saat gözlemlemektedirler. Bu gözlemler çoğu zaman
onlarca yıl almaktadır ve pratik değeri bulunmaktadır. Aşıklıktan dervişlik konumuna
yükselmiş olan Bektaşi şairleri, bu tecrübe ve birikimlerini nefes ve şiirlerine aynen
yansıtmışlardır.” (Eğri 2013 s212)
Yağar karları eriten
Akar suları kurutan
Topraktan Adem yaratan
Ol süphanallah değil mi?
Yunus emre divanı s. 152
Yedi ulu ozandan biri olan Yemini Hazreti peygambere Cebrail’in vahiy getirdiğini şu
beyitlerde ifade etmektedir. Bu beyitlerle birlikte Yemini, Allah, Peygamber ve Meleklere
imanı da vurgulanmış.
Meğer Cebrail ol dem hazır oldu
Ki Hakk’dan Ahmed’e vahy geldi
Eriştirdi Rasul’e Hak şelamını
Ne emrolduysa arz etti tamamın
(Ozen, s52)
Seyyid nesimiye göre “edeb”e aykırı olan kötü huy ve davranışlar, “insan”a yakışmamaktadır.
Allah insanın yüzünü “edeb”le yaratmıştır. Fatiha Süresi’nin anlamı edeb’tir.
�Edebdir vech-i insanda müşavver
Aceb kudret aceb nu-u mütahher
Edebdir mani-i seb-i mesanı
Salat ansız dürüst olmaz mukarrer
(Kürkçüoğlu 1973)(Eğri, 2013 s217)
Aşık/Zakir/Ozanlar, saz ve sözleriyle Ahlak ve Edep eğitiminde de bulunmuşlar. “İnsanların
kibirlenip böbürlenmelerinin ahireti unutup iyilik yapmayı ihmal etmelerinin en büyük sebebi
olarak; makam, mansib, mal, mülk ve şöhret gösterilmiştir. Seyyid Nizamoğlu, talip ve
dervişleri, bu tür geçici heveslere kapılmaktan sakındırmakta için şu dörtlükleri söylemiştir”.
Manasip devlet deyu yelme
Atlaslar giyip kurulma
Aç gözünü gafil olma
Çehennem’den bir koz imiş
Dünyayı yiğip ni’dersin
Onu sonu bırakıp gidersin
Seninle bile gidecek
Beş altı arşın bez imiş
(Özmen 1995) (Eğri, 2013 s218)
Günümüzde Aşıklık/Zakirlik/Ozanlık, müessesinin durumu
Aşıklık kurumu günümüzde geleneksel çizgisini devam ettirdiği gibi, kentli ve eğitimli olan
gençler bağlamaya ilgi duymakla beraber, cem ve muhabbet ortamında yetişmedikleri için
aşıklığın getirdiği üslup ve edep noktasında tam temsil etmedikleri gözlenmiştir. (Dedekarginoglu,
2010 say56)
Köyden kente göçle büyük şehirlerde köy ve kent kültürü iç içe yaşamaya başlamıştır.
Köyden şehre gelip büyük şehirlerde tutunma uğraşı veren insanların sıkıntıları, ikilemleri,
âşığın şiirine konu olarak âşıklık geleneğinin konuları yeni bir boyut kazanmaya başladı.
Ortaya kentte yaşayan, kent ortamında halkın kaynağından yararlanan, geleneğe yeni
açılımlar sağlayan yeni bir âşık tipi ortaya çıkmıştır. Günümüz âşıkları günümüzde gelenekten
kopmaya başladılar (Artun, 1996:11-25)
Alevi-Bektaşi inanç ve kültürüne özgü olarak varlığını sürdüren ve müzik eşliğinde
seslendirilen unsurlardan biri de bazı şiir formlarıdır. Bu formlar, öncelikle şiir olmasından
dolayı, çalışmalarda sadece edebiyat alanı içerisinde incelenmiş̧ olsa da, Alevi- Bektaşi inanç
ve kültürünü güçlü bir araç olarak temsil eden (representatıon) müzik, aynı zamanda bu şiir
formlarını da var eder. Alevi- Bektaşi kültürünün müziksel eserleri, günümüzde konser salonu
gibi birçok mekânda, geleneksel otantisitesi dışında popüler bağlamda bir gösteri olarak da
sunulur. Yani, aslında inançlarını kendi içinde yaşamaları bağlamında daha kapalı olan AleviBektaşi geleneğinin müziksel görünümü, inanç uygulamasının dışında, popüler bir temsiliyet
olarak da ortaya çıkar. (Yöre, 2011 s220)
Bektaşi şiiri, başlangıcından günümüze kadar belli bir çizgi üzerinde yürümüş, kendine özgü
niteliklerini korumuştur. Yaklaşık yedi yüzyıllık bir dönemi kapsayan bu şiirin yazılı
kaynaklara göre, dört yüzün üzerinde ozanı vardır”. (Eyüboğlu, 2000 s551)
Günümüz şartlarında Aşık/Zakir/Ozanların, yetişmesi
�Usta-çırak ilişkisi içerisinde, muhabbet ve cem ortamlarında yetişen Aşık/Zakir/Ozanların,
şehirleşme ve göçle birlikte uygun ortam oluşturmaları en büyük sorunu teşkil ediyor. Babası
Aşık Büryanı gibi kendisi de günümüzdeki en önemli Alevi ozanlarından birisi olan, “Unesco
tarafından 2010 yılında yaşayan insan hazinesi ödülüne” layık görülen Dertli Divani nasıl
yetiştiğini “Gözümü açtım, 5-6 yaşlarımdan itibaren babamın dizinin dibinde muhabbet
ortamlarında Arif, Kamil, Aşık, Sadıkların içinde yetiştim. Çocukluğumda hatırlıyorum gece
1’lere kadar muhabbetler olurdu, Seyit Nesimi, Pir Sultan Abdal, Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli,
Fuzuli, Yunus Emre gibi Ulular ve Pirlerin deyişleri, nefesleri icra edilir, ne anlama geldiği
ve batını anlamları muhabbet konusu yapılırdı. Çocuk yaşta çok fazla bir şey anlamadığımı
sanırdım ama hepsi kulağımda küpe olarak kaldı, bilinç altıma yetişti. Erişkin çağa
geldiğimde ne kadar şanslı olduğumu sonradan fark ettim. Babam, 27 yaşımdayken hakka
yürüdü, o döneme kadar ne aldıysam babamdan aldım. Sonrasında tabi Hacı Bektaş dergahı
Postnişini, “devri daim olsun” Feyzullah Ulusoy ve Veliyettin Ulusoy pirimizden dergah
adabında bilgiler edindim ve kendim ne katabildim kendimi ne kadar
geliştirebildiysem” ifadeleriyle özetliyor.13-19 Kasım 2015, Zaman France
Dertli divani, günümüzde Alevi-Bektaşi kültürünün eskiye oranla kendi inanç ve kültür
özelliklerini koruma noktasında geleneksel yöntemlerden uzak kaldığı görmüş, bu sebeple
yeni bir yöntem geliştirmiş. Farklı ülke ve şehirlerde yasayan Alevi-Bektaşi gençler için
kültürü bulundukları mekana taşıyor. Özellikle Avrupa’da kurduğu Mekteb-i İrfan okullarıyla
bu kültürün yaşatmaya çalışıyor. Divani “Son 3 yılda Fransa’da 5 noktada, Türkiye’de 2
noktada, Belçika ve Hollanda’da 2 noktada olmak üzere toplamda 14 muhabbet grubu
oluştu bu gruplarda 30-40 kişilik gençlerle birikimlerimi paylaşmaya çalışıyorum.
Kısacası mektep, okul, irfan, ilim Alevi-Bektaşi- Kızılbaş inancı ve inandığımız değerlerle
ilgili bildiklerimizi ve yaşamımızı aktarmamız konusunda bu muhabbeti yapmaya
çalışıyoruz” ifadeleriyle günümüz şartlarında kültürün devamı için bir yöntem
geliştirmiş olduğunu görüyoruz.
Sonuç
Alevi-Bektaşi inancının geçmişten günümüze kültür ve inanç aktarımını yoğun olarak sözlü
edebiyat üzerinden aktardığını gözlemliyoruz. Din, ibadet, ahlak, edeb, erkan, yol ve yaşayışa
dair birikim ve üretilenler sözlü edebiyat üzerinden nesillere aktarılıyor. Sözlü edebiyat
aktarında en büyük görevi dedelerle birlikte Aşık/Zakir/Ozanların, yapıyor. Saz/Bağlama da
bu inanışın aktarılmasında Aşık/Zakir/Ozan’ın, en büyük yardımcısı, olmazsa olmazı
durumunda hatta Alevi-Bektaşi toplumunda kutsiyet atfedilmiş. Aşık/Zakir/Ozanların, ustaçırak ilişkisi içerisinde daha çok kırsal veya küçük yerleşim alanlarında yetişme imkanı
buluyorlar. Alevi-Bektaşi toplumun şehirleşmesi ve göçle birlikte birliktelik ve sosyal kontrol
azalmış, dede ve Aşık/Zakir/Ozanların, toplum üzerinde etkisi azalmıştır.
Aşık/Zakir/Ozanların, yetişme ve ortamında sınırlandığı için inanış ve kültür aktarımında
problemler yaşanmaktadır. Kültür veya inanışın nesillere aktarımı için günümüzde ferdi
olarak bazı çıkış yolları aransa da soruna henüz çaplı ve yeterli çözüm bulunamamıştır.
�Kaynakça
ACAR Feramuz, (2008); Danimarka Alevi Bektaşi inanç esasları, DABF bağlı kurul, 43.sayfa
ARSLANOĞLU, İbrahim. (1997) İstanbul; Kul Himmet,: Ekin Yayınları. 51. Sayfa
ARTUN Erman 1996, KKTC “Adanalı Âşıkların Şiirlerinde Kıbrıs Barış̧ Harekatı”, Kıbrıs Araştırmaları
Dergisi, C.2, Sayı.4,
ATLI, Ahmet (2005) Ankara Türk Din Musikisinde Bektaşi Nefeslerinin Yeri, Yayımlanmamış̧ Yüksek Lisans
Tezi A. Ü. Sosyal Bil Enstitüsü
DABF (2008) Danimarka: Alevi Bektaşi inanç esasları DABF bağlı kurul.
DEDEKARGINOĞLU Hüseyin 2010 Dünkü ve Bugünkü Alevilik Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma
Dergisi 56
DEMİ̇R, Sevgi (2009) İstanbul; Cem Evlerinde Cem Erkâni, Ritüeller ve Müzikal Formasyonlar Üzerine
Analitik Karşılaştırma, Yayımlanmamış̧ Yüksek Lisans Tezi,. İ̇. U. Sosyal Bilimler Enstitüsü.
EGRI Osman (Ocak 2013) İstanbul ; Alevi Bektaşi yolu, Hak Muhammed, Ali, Ufuk yayınları, sayfa 8
EGRI Osman (Ocak 2013) İstanbul ; Alevi Bektaşi yolu, Hak Muhammed, Ali, Ufuk yayınları, sayfa 212
EYÜBOĞLU, İ̇smet Zeki. (1991). İstanbul Alevi Bektaşi Edebiyatı. İ34.sayfa
EYUBOGLU İsmet Zeki 2000, İstanbul Bütün yönleriyle Bektaşilik, s551
IYIYOL Fatih (2013) 24.sayfa ) (ALEVÎ-BEKTAŞ̧Î GELENEĞ̆İNDE DUVÂZLAR-DUVÂZİMAMLAR
IYIYOL, Fatih (2013) Alevi Bektaşi geleneğinde Duvaz İmam,Uluslararası sosyal araştırmalar dergisi, cilt 6
sayı 27 Sayfa 21
KOPRULU Fuad, 1991 Ankara; Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara, s. 19.
KUL Hasan (Ergün, 1946a: 74). duvaz Bektaş̧ı Şairleri ve Nefesleri İ-II, İ̇stanbul: Maarif Kitaphanesi
KURKCUOGLU, Kemal Edip, 1973 İstanbul; (Seyyid nesimi divanından seçmeler M.E.B YayınlarıMELIKOF
İrene 1999 İstanbul, Efsaneden Geleceğe Hacı Bektaş, Cumhuriyet Kitapları
OKAN, Murat (2004) Ankara; Türkiye’de Alevilik (Antropolojik Bir Yaklaşım), İmge Kitabevi, s 68
OZUDOGRU, Özgür Savaş (2011) Alevilik Araştırma Dergisi 1.sayı. Uluslararası hakemli bilimsel akademik
süreli yayın
OZEN İsmail, 1995 Ankara Alevi Bektaşi şiirleri antolojisi ç2 s.52-100 Saypa Yayın Dağıtım
OZEN İsmail, Alevi Bektaşi şiirleri antolojisi ç2 s.52-100 YEMINI Faziletname,
REMZI kaptan 23. Sayfa (Alevi duaları gülbanklar,
TAŞ̧GIN, Ahmet (Temmuz- Ağustos 2002): “Ayet ‘ten Nefese: Alevi -Bektaşi Edebiyatında Dönüşüm”, Yol
Dergisi, 18, 28-43.
TIRYAKI, Recep (2013) İstanbul: 100 Soruda Alevilik Bektaşilik? Şahı Meradan yayınları
TURAN, Metin, ( Ocak 2009) Ankara Alevi ve Bektaşi Kültüründe Aşıklar ve Nefesler”
UZUM, İlyas (2009) İstanbul Tarihsel ve Kültürel Boyutlarıyla Alevilik. İslam Araştırmalar Merkezi yay. S 7
YORE Seyit 2011 Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Araştırma Dergisi sayı 60, sayfa 220
ZAMAN Suleyman (Eylül 2013) Alevilik Temel Dersleri Cilt 1/ 78.sayfa
ZAMAN France 13-19 Kasım 2015 Sayfa 9
ZELYUT, Rıza. (1990) İstanbul, Hacı Bektaş̧ Veli, Hürriyet Ofset Matbaacılık ve Gazetecilik A. S.
Görüşmeler
Dertli divani: (2010 yılında Unesco tarafından “yasayan İnsan Hazinesi” ödülüne layık görülen Alevi-Bektaşi
Ozanı) Kasım 2015
�
Dublin Core
The Dublin Core metadata element set is common to all Omeka records, including items, files, and collections. For more information see, http://dublincore.org/documents/dces/.
Extent
The size or duration of the resource.
3597
Title
A name given to the resource
ALEVİ-BEKTAŞİLİĞİN İNANÇ VE KÜLTÜR AKTARIMINDA OZAN’IN ROLÜ VE GÜNÜMÜZDE OZAN
Author
Author
ÖZUYGUN, Ali Rıza
Dinç, Mehmet
Abstract
A summary of the resource.
Aşıklık/Zakirlik/Ozanlık, Alevi-Bektaşi inancında en önemli figürlerden biridir. Zakir, ibadetin yapıldığı Cem evinde, Hz Muhammed, Hz Ali ve Hacı Bektaşi Veli’nin temsilcisi konumunda Post’a oturur. Cem’i yöneten dedenin yanı başındadır. Cem’in olabilmesi için gerekli olan 12 hizmetten birisini Zâkir yapar. Dede, Cem’i Zâkirle birlikte yönetir. Alevi-Bektaşilerin “telli Kur’an” olarak kutsal bir mertebe verdikleri bağlama/saz Zâkir’e emanettir. Aşık/Zakir/Ozanlar Alevi-Bektaşi inanç, kültür, yaşayış tarzı ve öğretilerine ait kuşaktan kuşağa edindikleri bilgi birikimlerini saz ve sözle gelecek nesillere aktarırlar. Bu aktarım sürecinde kendi yorumlarını da katarlar, fakat genel çizgi ve öz’ün dışına çıkmazlar. Mevcudiyetini devam ettirme gayreti içerisinde olan bu gelenek, şehirleşme ve göçle birlikte bazı sorunlar yaşamaktadır. Gelenek, günümüz şartlarına uygun bir aktarım modeli arayışı içerisindedir. Sözlü kültür geleneğine sahip Alevilik Bektaşilik inancının yaşatılması ve aktarımında, şehirleşme ve göç sürecine bağlı ortaya çıkan problemlerin neler olduğu ele alınacaktır. Anahtar Kelimeler: Alevi-Bektaşilik, Ozan/Zakir/Aşık, Kültür Aktarımı Abstract Asik/Zakir/Ozan (minstrelsy) is one of the most important figure in the belief of Alevi-Bektasi.Zakir takes the nearest seat next to Dede who is known to be the representative of the Prophet Mohammed,Ali and Hadji Bektasi Veli.Dede directs the Cem ceremony with Zakir and Zakir makes one of the 12 services which is necessary to complete the Cem.'Saz' (which is called 'Stringed Quran'and holy for Alevi-Bektasi people) is relic to Zakir.Using 'saz' and 'words', Asik/Zakirler/Ozanlar(poet) passe their knowledge they've acquired from their culture,life style and belief to the future generations without departing from the. Although having some problems causing by urbanization and migration,this tradition endeavors to maintain its presence without being deformed. Keywords: Alavism, Bektashi Order, Minstrelsy, Poet, culture transmisson
Date
A point or period of time associated with an event in the lifecycle of the resource
2016
Keywords
Keywords.
Conference or Workshop Item
PeerReviewed
PI Oriental languages and literatures
-
https://eprints.ibu.edu.ba/files/original/95cc6829018cadb3460ef82dcd7cd5b7.pdf
f1de7f7486aa636ef4b57f768e06eb30
PDF Text
Text
HÂCE MUHAMMED LUTFİ EFENDİ VE DİVANI, HULÂSATU’L-HAKÂYIK,
MEKTÛBÂT-I HÂCE MUHAMMED LÜTFİ
Ali Rıza Özuygun1
Murat Kezel2
Özet
Yirminci yüzyıla gelindiğinde divan şiirinin etkisi azalmıştır. Ancak asırlarca bu topraklarda
şekillenen bu kültür; edebiyat sahasında hâkimiyetini kaybetse de günümüze gelene kadar
çeşitli yollarla varlığını sürdürmüştür. Bu gelenekten beslenen ve şiirlerinde ona ait motifleri
kullanan yirminci yüzyıl şairlerimizden biri de Alvarlı Hâce Muhammed Lutfi Efendi’dir.
Onun şiirleri, Hulâsatu’l-Hakâyık ve Mektubât-ı Hâce Muhammed Lütfi adlı divanda
toplanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Klasik Şiir Geleneği, Yirminci Yüzyılda Türk Şiiri ,Klasik şiirin
yirminci yüzyıldaki yansımaları, Alvarlı Hâce Muhammed Lutfi Efendi Dîvânı
Hâce Muhammed Lutfi Efendi and Hıs Collectıons : Hulâsatu’l-Hakâyık,Mektûbât-ı
Hâce Muhammed Lutfi
Abstract
When the time comes to twentieth century, the impact of collected poems is decreased.
But for centuries, this culture which created its own properties survived till today even it has
finished its influence in these lands in many ways. One of of our
poets, Alvarli Hace Muhammed Lutfi is also one of the poets who lived in twentieth century
and benefited from this tradition and the culture. He used the motives from that culture in his
poems. His poems, collected in Hulâsatu’l-Hakâyık and Mektubât-ı Hâce Muhammed Lutfi
Collection.
Key Words: Classic Poem Tradition, Twentieth Century Turkish Poem, Reflections of
Classic Poems in Twentieth Century, Alvarli Hace Muhammed Lutfi Collection
Giriş
Klasik Türk şiiri olarak da adlandırılan divan şiiri, on dokuzuncu yüzyılda etkisini yitirmeye
başlamış ve yerini sırasıyla Tanzimat ve Servet-i Fünun şiirlerine bırakmışsa da bu kadim
kültürün, şiir dünyamızı bütünüyle terk ettiği söylenemez.
Pek çok şairimiz bir şekilde divan geleneğinin kaynaklarından beslenmiş; onun mazmun ve
sanatlarını kullanmıştır. Bu şiirle bütünleşen arzu ölçüsünü, yirminci yüzyılda kullanılan – ve
nispeten daha sâde olan – dile başarıyla uygulayan şairlerin sayısı hiç de az değildir. Yahya
1
2
Doç. Dr. International Burch University, Eğitim Fakültesi, TDE Bölümü, Öğretim Üyesi
International Burch University, Eğitim Fakültesi, TDE Bölümü, Yüksek Lisans Öğrencisi
�Kemal, Mehmet Âkif ,Fâruk Nâfiz ,Veled Çelebi, Tâhirü’l-Mevlevî , İbrâhim Alaeddin, Ferit
Kam, Ali Nihat Tarlan, Arif Nihat ve adını saymadığımız çok sayıda şairimiz; divan şiirimizin
farklı nazım şekillerinde çok başarılı eserler vermiş;bir kısmı da dolaylı olarak şiirlerinde o
dönemin izlerini yansıtmışlardır.
Bunların yanında bazı şairlerimiz hususi birkaç türde şiir yazmakla kalmamış; dîvanlar tertip
etmişlerdir: Ketencizâde Mehmet Rüştü Efendi, Esad Erbilî, Hacı Ali Gâlip Efendi,
Erzurumlu Osman Kemâlî, Şemsî (Hüseyin Şemsi Ergüneş ) bunlardan birkaçıdır. Bunların
eserlerinde; eski dîvanlarda olduğu gibi mesnevî, kaside, gazel, müstezad, rubâi, kıta, berceste
ve tarih mısraları yer almaktadır.
“Eski şiirin rüzgârıyla ”şiirler kaleme alan bu şairlere divan şiirinin takipçileri demek doğru
olmaz. Onların şiirlerine bakıldığında bunların eskiye nispeten daha sade bir dille yazıldıkları
ve sosyal hayata, günlük hâdiselere daha fazla yer verdikleri görülür.
Yirminci yüzyılda şiirleriyle klasik edebiyatımıza ait ürünler veren şairlerimizden biri de
Erzurum yöresinin tanınmış simalarından Alvarlı Hâce Muhammed Lütfi Efendi’dir. Bu
makalede onun divanı ele alınmaktadır.
Hâce Muhammed Lütfî Efendi ve Hayatı
Hâce Muhammed Lütfî Efendi 1866’da Erzurum’un Pasinler (Hasankale) ilçesine bağlı
Kındığı(Altınbaşak) köyünde dünyaya geldi. Babası Hâce Hüseyin Efendi, annesi Seyyide
Hatice Hanım’dır.
Babası Hüseyin Efendi âlim, mutasavvıf ve şairdi. Bugün Türkiye’de pek çok insanın aşina
olduğu
Kadem bastın gönül tahtına sultânım safâ geldin
Dil-i pür-reng-i tab-ı derde dermânım safâ geldin
mısralarıyla başlayan gazel, ona aittir.
Çocukluk yıllarından itibaren dini ilimlerle haşir neşir olan Muhamed Lütfi Efendi; babası
Hüseyin Efendi ve Ali Efendi’nin rahle-i tedrisinde okudu. İcazet aldıktan sonra,1888’de
Pasinler’de bulunan Sivaslı Camii’nde imamlık vazifesine başladı.
Aynı sene içinde Hüseyin Efendi ve kardeşi Vehbi Efendi’yle beraber Bitlis’e giderek Pîr
Muhammed Küfrevi’ye intisap etti. Ardından Pasinler’e döndü ve irşat faaliyetlerinde
bulundu.1890’da Erzurum merkeze bağlı köylerden Dinarkom’a yerleşti ve Birinci Dünya
Savaşı’na kadar burada yaşadı.
1914’te Erzincan’ın Tercan ilçesine bağlı Yavi Nâhiyesi’ne yerleşti. Bir süre sonra işgal
edilen Erzurum iki sene Rusların elinde kaldı. Hâce Muhammed Lütfi Efendi bu süre zarfında
imamlık yaptı ve gönüllü milis kuvvetleri toplayarak, Ermeni çeteleriyle mücadele etti.
Ardından, 12 Mart 1918’de Erzurum’u teslim almak üzere yol alan ordumuza katılıp
memleketine döndü.
Daha sonra Pasinler’in Alvar (Âlemvar) köyüne yerleşerek burada 24 yıl ikamet etti. 1939’da
Erzurum’a yerleşti ve 1956’da burada vefat etti.
�Edebî Yönü ve Şâirliği:
Hâce Muhammed Lütfi Efendi, çok yönlü bir şahsiyettir. Onu yerine göre bir âlim ve
mutasavvıf, yerine göre at üstü de bir alperen olarak görürüz. Önemli yönlerinden biri de
şairliğidir.
Bugün pek çok insanımız; “Seyr eyle güzel kudret-i Mevlâ neler eyler” ve “Sen Mevlâ’yı
sevende Mevlâ seni sevmez mi” mısralarıyla başlayan şiirlerin, ona ait olduğunu
bilmemektedir. Oysa Hâce Muhammed Lütfi Efendi, özellikle yaşadığı dönemde Erzurum ve
çevresinde kendisine haklı bir şöhret kazandıran pek çok güzel şiirin sahibidir.
Kendisi, ilme irfana açık bir çevrede yetişmiş olması yönüyle henüz küçük yaşta şiirle
tanışmıştı. Yaşadığı muhitte sohbetler, mutlaka konuya uygun mısra ve beyitlerle süslenirdi.
Babası Hüseyin Efendi ve kardeşi Vehbi Efendi gibi o da şiire yatkındı. Onun bu yönünün
gelişmesinde, babası Hüseyin Efendi’nin payı büyüktür.
Gedâî mahlasını kullanan ve içli şiirleri olan Hüseyin Efendi’nin sohbet meclislerinde zaman
zaman daire(def) eşliğinde ilahiler, gazeller okunurdu. Bu şiirler Yunus Emre, Niyazi-i Mısri,
Mir Hamza Nigâri, Eşrefoğlu Rûmî, Fuzuli gibi şairlere ait olabildiği gibi bazen Hüseyin
Efendi’nin kendi yazdıkları da seslendirilirdi. Muhammed Lütfi Efendi bir gün yazdığı bir
gazeli meclisteki gazelhanlara vermiş ve bunu okumalarını istemişti. Bu gazel Hâce Hüseyin
Efendi’nin dikkatini çekmiş ve bu güzel sözlerin oğluna ait olduğunu öğrenince memnun
olmuştu. Elindeki bir tomar kâğıdı sobaya attığını görenler ne yaptığını sorduklarında
kendisine ait şiirleri yaktığını öğrenmişlerdi. “Bundan sonda benim sözlerime ihtiyaç
kalmadı.” diyen Hüseyin Efendi, bu hareketiyle oğlunun önünü açmış ve onu bu konuda
teşvik etmişti.
Muhammed Lütfi Efendi’nin şiirleri zamanla kulaktan kulağa yayılmış, cönk ve mecmualara
kaydedilir olmuştu. Şiirlerini irticalen söylerdi ve bu dizeler, yanında bulunan Demirci Osman
Efendi, Sarı Hâfız (Behlül Efendi) gibi talebeleri tarafından hızla kaydedilirdi. Daha sonra bu
satırlar ezberlenir, elden ele dilden dile yayılırdı.
Muhammed Lütfi Efendi; şiiri bir araç olarak kullanmıştır. Onun şiirleri bazen gönül
heyecanlarının tercümanı, bazen bir dostu ikaz, bazen insanlara yol gösterme aracı, bazen bir
taziye mesajı, bazen uzaklarda yaşayan dostlara yazılan birer hasretnamedir. Bu şiirler
mürettep bir divan oluşturma kaygısıyla değil, ekseriyetle günün gereklerine göre
şekillenmiştir. Bunlar kimi zaman bir dost meclisinde kimi zaman bir köy ziyaretinde, kimi
zaman bir vedalaşma anında, hatta iftar sofrasında irticalen söylenmiş ve gerek şairin
arzusuyla, gerekse yanında bulunanların bu güzel sözleri kayda geçirme adına gösterdikleri
gayretle kâğıda aktarılmıştır.
Onda sanatlı bir dil kullanma merakı görülmez. Ancak içinde yetiştiği kültürün de etkisiyle
belâğata, edebî sanatlara, dînî –tasavvufî ıstılahlara ve klasik şiirimizin mazmunlarına hâkim
olması itibarı ile şiirlerinde bunlardan sıkça faydalanmıştır.
Divan şairlerinde sık görülen fahriye edasıyla -nâdiren- şiirlerini nazara verdiği de olurdu:
Verd-veş bülbül-i dil şevk-i fezadır sühanım
Bâde-veş mest-i müdâmâne cezadır sühanım
�Nehr-i nûr feyz-i Hudâ âb-ı revân-veş dökülür
Dili âgâhîlere râh-ı hüdâdır sühanım
Zevk-i mey leşker-i cândır dağılur leşker-i gam
Bezm-i vahdet eseri rengîn edâdır sühanım
Bülbül-i bâğ-ı ezel nağmesini şerh edeyim
Gül-gülistân-ı vefâ bâd-ı sabâdır sühanım
beyitleriyle sözlerinin güzelliğini ve etkisini anlatırken, “Ârifâne kıl nazar eş’ârıma baldan
leziz / Sâye-i lutf-i Mesîhâ ârife candan leziz” gibi ifâdelerle de sevenlerini bu şiirlerden
istifadeye çağırır.
Şiirlerinin Etkisi
Yukarıda da ifade edildiği gibi onun şiirleri söz konusu olunca okuyucu yerine dinleyici
kelimesinin kullanılması yerinde olacaktır. Özellikle kendisinin hayatta olduğu dönemde
insanlar bu şiirlerden pek çoğunu dinleyerek ezberler ve bunları çeşitli vesilelerle besteli ya da
bestesiz olarak okurlardı. Bugün de bunun canlı örneklerine rastlanmaktadır.
Çevresindeki sevenleri gelin getirme merasimlerinde, cenazelerde, düğünlerde, sünnetlerde,
zikir meclislerinde, mevlitlerde; çoğu zaman da kendi huzurunda bunları okurdu.
Kendisi hayattayken gazelleri Behlül Efendi, Ebsemceli Feyzullah Efendi, Nusret Efendi;
sonraki kuşaklarda da Nesîmi Ateş, Mutahhar Efendi, Hüseyin Çiftçi gibi gazelhanlar
tarafından terennüm edildi. Bu gazeller bugün de gerek özel günlerde gerek radyo
programlarında terennüm edilmektedir.
Dîvanı :
Hâce Muhammed Lütfi Efendi, hayattayken vasiyette bulunmuş, şiirlerinin kaybolup
gitmesine gönlünün razı olmadığını ifade etmişti. Onun vefatından sonra babasının bu
arzusunu yerine getirmek isteyen Hâce Seyfeddin Efendi, bir heyet kurmuş, uzun ve titiz bir
çalışmanın ardından bu şiirleri, “Hulâsatu’l-Hakâyık ve Mektûbât-ı Hâce Muhammed Lütfî’’
ismiyle yayınlamıştı.
Talebelerinden Salih Sezgin’in farklı defterleri karşılaştırmalı olarak incelemesiyle topladığı
şiirler üzerine yoğunlaşılmış; seçilen şiirlerin birden fazla nüshada kayıtlı olmasına dikkat
edilmişti. Bu arada mahlası olmayan şiirler genellikle her ne kadar üslup ona ait olsa da
ihtiyaten -birkaç istisna dışında- bu esere alınmamıştı.
Bu derleme çalışmaları sırasında ulaşılamayan, sahipleri yurt dışında bulunan nüshalardan
faydalanılamadığı gibi mektup olarak şahıslara gönderilen ve kişisel hatıralar arasında
saklanan pek çok şiir de divanda yer almamıştır. Araştırmalarımız sırasında rastladığımız bu
�örneklerle alakalı Sarı Hafız olarak tanınan Behlül Çiftçi ile Ahmet, Cemil ve Yusuf
Boybeyi’ne ait gazel defterlerini; kendisinin hürmetkârlarından Tayyar Baba ve Hanecizade
Salih Efendi’ye, Narmanlı Ali Efendi’ye gönderdiği şiirleri sayabiliriz.
Muhteva
Şiirleri muhteva yönüyle incelendiğinde özellikle karşımıza çıkan konular tevhit, peygamber
aşkı ve naatlar, zamandan şikâyet, nasihatler, dört halife ve din büyüklerine duyulan hürmet,
muharrem ayı ve Kerbela’da yaşananlardır. Divanda, bu konularda yazılmış pek çok şiir yer
almaktadır.
Divanında bunların dışında mersiyeler, hatıralar, Erzurum’a dair bazı manzumeler,
taziyename ve dost mektupları adına da kayda değer örnekler vardır.
21 yaşındayken Hâce Hüseyin Efendi’yle çıktığı Bitlis yolculuğu ve orada görüp
yaşadıklarına dair hatırlarını anlattığı mesnevîde, mürşidi Pîr Muhammed Küfrevî’den de
övgüyle bahseder:
Bin üç yüz yedide oldum revâne
Erişdim ravza-i dârü’l-emâne
Cihan gülzâr içinde bir gül-i ter
O şehr-i Bitlîs idi verd-i ahmer
Verirdi feyz-i Feyyâz’dan nişânı
Var idi Bitlis’in bir âli-şânı
O dem ki ol dür-i deryâ-yı hikmet
Ledünniyâtını eylerdi sohbet…
Birçok şiirinde dört halifeyi birlikte anar ve etrafındakilere onları sevmeyi tavsiye eder. Bu
şiirlerinden birinin her bendini
Cihanda dört velî hakkâ velidir
Ebûbekir, Ömer, Osman Ali’dir
mısralarıyla bitirir.
�Anne tarafından soyu Ehl-i Beyt’e dayanan Muhammed Lütfî Efendi, İslam tarihinde derin
izler bırakan Kerbelâ olayını sıkça işlemiş, bu şiirlerinde oldukça içli bir üslup kullanmıştır:
Hüseyn’in sergüzeştin ger duyarsa
Gül ağlar, bülbül ağlar, sümbül ağlar
der ve her sene, muharrem ayını elemle karşılar, gönlündeki Ehl-i Beyt sevgisini terennüm
ederdi:
Bugün mâh-ı muharremdir muhibb-i hânedân ağlar
Bugün eyyâm-ı matemdir bugün Âb-ı Revân ağlar
Şiirlerinin geneline bakıldığında tevhid, gönül, muhabbet, peygamber sevgisi, sahabe ve ehl-i
beyt muhabbeti, duâ gibi konular ön plana çıkar. Onun manzum duaları çok içlidir. Halk
arasındaki meşhur tâbirle bu dualar, yanık bir üslupla söylenmiştir. Bunlar daha sonra
divanından seçmeler yapılarak “Nazlı Niyazlar” adıyla ayrıca kitaplaştırılmıştır:
Yâ Rab dilerim Hazret-i Muhtâr’a bağışla
Ey Zât-ı Kerîm dildeki dildâra bağışla
***
Bu dârı benim başıma dâr eyleme yâ Rab
Ağyâr elemin gönlüme bâr eyleme yâ Rab
***
Ey şân-ı kerem afv u kerem zâtına mahsûs
Sen eyle n’olur derdime dermânımı yâ Rab
***
Hulâsatü’l-Hakâyık (Hakîkatlerin özü) ve Mektûbât-ı Hâce Muhammed Lütfi adıyla neşre
hazırlanan divan, şu bölümlerden oluşmaktadır:
1.Mukaddime: Hâce Muhammed Lütfi Efendi’nin oğlu Hâce Seyfeddin Efendi’nin kaleme
aldığı giriş yazısı ve bir hatıra…
2.Arapça Gazeller : Bu bölümde 11 gazel ile 1 kasîde (Kasîde-i Celâliye) bulunmaktadır.
3.Farsça Gazeller: Bu bölümde 7 gazele yer verilmiştir.
4.Silsiletü’z-zeheb : 64 beyitten oluşan bu kasidede, kendisinin de dahil olduğu Nakşî-Hâlidî
okulunun devamı olan Küfreviye kolunun şeceresinde ismi geçen âlimleri birer beyitle
zikreder.
5.İlticânâme : 76 beyitlik bir mesnevî
6.Mi’râcü’n-Neb’i : 198 beyitlik bir mesnevî
�7.Mevlidü’n-Nebî : 190 beyitlik bir mesnevî
8.Gazeller: Bu bölümde 726 şiire yer verilmiştir. Erzurum yöresinde dînî içerikli pek çok
şiire, özellikle def eşliğinde ve besteli olarak seslendirildikleri için gazel denmektedir. Bu
münasebetle, bu kısımda farklı nazım türlerinde ve hece ölçüsüyle yazılan 726 eserin tamamı,
gazeller başlığı altında sunulmuştur. Bunlardan dördü müstezad, 540 tanesi ise aruzun farklı
kalıplarıyla yazılmış gazeldir.
9.Mesnevîler:
Naat-ı Resûlullah : 20 beyitlik bir mesnevî
İsimsiz Mesnevî
İsimsiz Mesnevî : Muharrem ayı ve Kerbelâ hâdisesine dairdir.
İsimsiz Mesnevî: Babası Hâce Hüseyin Efendi’yle çıktığı Bitlis yolculuğuna dair, 57 beyitlik
bir mesnevî
Der-vefât-ı Şeyh Abdülbâkî Efendi : Pîr Muhammed Küfrevî’nin oğlu Abdülbâkî Efendi
için mersiye
Vehbî Efendi için Mersiye : Kardeşi için yazdığı 32 beyitlik mersiye
İlâhînâme : 35 beyitlik bir mesnevî
Muhabbetnâme : 28 beyitlik bir mesnevî
Sabânâme : 28 beyitlik bir mesnevî
Gülün Bülbül ile Şîvesi : 23 beyitlik bir mesnevî
Firkatnâme : 18 beyit
İlâhî Hazretinden İlticâlar : 19 beyit
Efrâd-ı Ümmet-i Muhammed’e : 20 beyit
Hidâyet-i Hudâ Rehberiniz Olsun
Zâhirini Bârî Hudâ mezkûr eder her dü-serâ : 12 beyit
İsimsiz bir mesnevî (Bu mesnevinin ilk sekiz beyti kaydedilmiştir.)
Kıt’alar
Ferdler
Muhammed Lütfi Efendi’nin Divanında Kullanılan Dil
Şiirlerinde kullandığı dil, yaşadığı dönem itibarı ile ağır sayılmaz. Arapça ve Farsça
kelimelerle dînî-tasavvufî terimleri sıkça kullanması dilinin ağır olduğunu akla getirebilir;
ancak bunun pratikte böyle olmadığı gözlemlenmiştir. Onun şiirleriyle ilgilenenler ya bu
sahalarda az çok bilgi sahibi olanlar ya da şiirlerine ve üslubuna aşina olanlardır.
Kendisi edebî sanatlara sıkça yer vermiştir; ancak divanında özellikle sanatlı bir dil kaygısı
gözlenmez. Şiirleri incelendiğinde daha ziyade teşbih, istiare, mecaz, tenasüp ve özellikle
�telmih gibi çok kullanılan; eski edebiyatla alakalı derin bir vukuf gerektirmeyen sanatlardan
sıkça faydalanıldığı görülür.
Bir gün olur perdeyi yâr kaldırır
Seyr-i cemâl ile seni güldürür
Bir gün olur câhe atar Lütfî’yi
Sonra Mısır şahlığına aldırır
mısralarında telmih yaparak çektiği çilelerden sonra yüksek makamlara getirilen Hazreti
Yusuf’un hayatına atıfta bulunur. Dünyadan bahsettiği bir gazelinde:
Öyle bir meyhânedir ki zevk-i tevhid bahşeder
Zehr-i dillere dâim tiryâk-ı bâkî bundadır
diyerek dünyayı insanın aklını başından alan, ona tevhit sırlarını gösteren bir meyhaneye
benzetir.
Nice şahlar tâc ü tahtından geçüb Mecnûn-veş
Oldular sahrâ-nişîn Leylâ nitâkı bundadır
beytiyle de Leylâ ve Mecnun kıssasını hatırlatarak telmihte bulunur.
Gülistân-ı risâletde gül-i handân olan cânân
istiâresiyle peygamberlik müessesesini bir gül bahçesine, o bahçenin fertlerini güle, Hazreti
Muhammed’i de yine o güller içinde ayrı bir güzelliğe sahip bir güle benzetmiştir.
Mansur-âsâ âşık ol kaçma bu demde dârdan
Candan ayrılmak olur ayrılmak olmaz yârdan
beytinde Hallac-ı Mansur’a telmihte bulunurken, idam edilen Mansur ile dâr arasındaki
tenâsüpten faydalanmıştır.
Kâl ile kalan cehl-i celî râzı ne bilsün
Ol zâğ-ı siyeh mezbelede yâzı ne bilsün
sözleriyle de câhili yerinde sayan, kâlden hâle geçemeyen ve bu yönüyle çöplükte
eşinen bir kargaya benzetir.
Kimi şiirlerinde Âzerî Türkçesi’nin etkileri görülür. “Herkes yahşı men yaman, âlem buğday
men saman sözleriyle tevâzuunu ifade eden şâirimizin,
Sû-be-sû kûy-i dilârâyı seyâhat ederem
gibi mısraları da Âzerî sahasından esintiler taşır.
�Bazı şiirleri, Erzurum şivesinden izler taşır. Hidâyet-i Hudâ rehberiz olsun mısraında
“rehberiniz’’ yerine kullanılan “rehberiz” kelimesinin söylenişi sadece vezne yönelik bir
tasarruf değil, Erzurum konuşma dilinde sıkça rastlanan bir kullanımdır.
Üslubu :
Muhammed Lütfi Efendi’nin gerek hece ile gerekse aruzla yazdığı şiirlerinde içten ve akıcı
bir üslup göze çarpar. Kimi şiirlerinde Yunus Emre, Niyazi-i Mısrî, Mir Hamza Nigârî,
Eşrefoğlu Rûmî, Fuzulî, Nâbî gibi şairlerin etkileri görülür.
Şiirlerinin ana unsuru; insanların kişisel ve genel sorunları karşısında duyarsız kalmamasıdır.
Bu da eserlerine samîmî, babacan bir üslup olarak yansımaktadır.
Aruzla yazdığı şiirlerinde dînî-tasavvufî terimleri daha çok kullandığı görülür. Bu şiirlerindeki
üslubu nispeten okuyucuyu -daha doğrusu dinleyiciyi- yorar gibi görünse de biraz ilgi ve
gayretle bu zorluk, pek çok kişi tarafından aşılmıştır.
Şiirlerinin pek çoğunda hikemî tarzın etkileri görülen Muhammed Lütfi Efendi, hakîmâne
söylediği şiirlerle hafızalarda yer etmiş; birçok yazılı ve sözlü ifâde, onun mısra ve
beyitleriyle süslenmiştir.
Her ne kadar divanında ifade edilmese de bazı şiirleri, nazîre olarak yazılmış olduğu izlenimi
vermektedir:
Kerem kıl kesme sultânım keremin bî-nevâlardan
Keremkâne yakışır mı kerem kesmek gedalardan
gazelinin bu ilk beyti,Fuzûlî divanında
Kerem kıl kesme sâkî iltifâtın bî-nevâlardan
Keremkâne yakışır mı kerem kesmek gedâlardan
şeklinde karşımıza çıkar.
Yine bir gazelinin mahlas kısmında yer alan
“Şuarâ leşkerine mîr-i livadır sühanım” ifadeleri, Fuzûlî’nin “Sühânım leşker-i şu’arâya
mîr-i livadır” mısraını akla getirmektedir.
Divanında bulunmayan, Hânecizâde Salih Efendi’ye gönderdiği mektubundaki “Katre-i
ummânı gözler gözlerim” gazeli de aynı redifleri içermesi yönüyle Eşrefoğlu Rûmî’nin
“Kulluğa bel bağlayıp sultânı gözler gözlerim” gazelini akla getirmektedir.
Mazmunlar
Muhammed Lütfi Efendi, şiirlerinde klasik edebiyatımızın birçok mazmununu sık sık
kullanmıştır.
Bunlardan bazıları “Âb-ı hayat,âb-ı hayvân, âhû, ankâ, Ashâb-Kehf, âsitân, âşık, ayağ, bâde,
Bâğ-ı İrem, bende, bezm, büt, bütgede, büthâne, câdû, cân, cânân, cîm-i cemal, Çâr-ı yâr,
dâm-ı aşk, dem, Îsâ, dendân, dergâh, dergeh, dîdâr, dilber, dürr, ebrû, fettân, geysû, gonce,
�gonce-i handân, gül-i hamrâ, gülistan, gül-izâr, gülşen, harâbistan, harem, haremgâh, Hayder-i
Kerrâr, hazân, hûb, hurşîd, hümâ, İrem, işretgeh, kâkül, külbe-i ahzân, mâh, mahmur, mehrû,
mey, meygede, meyhâne, murg-ı devlet, mühr-i Süleyman, müjgân, müşg, nây, nesîm, penâh,
pîr-i muğân, rehnümâ, rind, sabâ, sadef, sahbâ, sâkî, seb’a-i seyyâre, sedd-i İskender, selsebîl,
sihir, süreyyâ, Şâh-ı merdân, şebnem, şem’, şerâb, yâr, zülüf,…”şeklinde sayılabilir.
Cismin hayâtı rûh ise ruhun hayâtı bâdedir
Mey zevki dilde olmasa rûhâneler elden gider
***
Ey sâkî-i devr-i zemân meyhânedir dârü’l-emân
Lutfî diler bir mey hemân dem-hâneler elden gider
***
Ey kemân-ebrû kamer-veş âleme verdin ziyâ
Arş u ferş oldu münevver hurşîd-i eclâ mıdır
***
Senin iklîm-i Çin’de müşg-feşân âhûların vardır
Benim de rehgüzârında fedâ bir can-nisârım var
***
Kûy-i cânâne gider bâd-ı sabâya süvâr ol
***
Yâ Rab kerem et derdime Lokmân’ımı gönder
Şahıslar:
Divanda başta İslam peygamberi Hazreti Muhammed olmak üzere tüm peygamberlere yer
veren Muhammed Lütfi Efendi’nin şirlerinde; Abdülkâdir Geylâni, Şah-ı Nakşibendî gibi
din büyükleri ile çeşitli yönleriyle tarihte adı geçen şahısların isimlerine de sıkça rastlanır:
Aristo, Âzer, Behram, Cemşid, Dârâ, Enverî, Firdevsî, Sâdî, Firavun, Haccac-ı Zâlim, Hassan,
Hazreti Meryem, Hızır, Husrev, İskender, Kârun, Kayser, Keyhusrev, Keykubad, Kisrâ,
Leyla, Lokman, Mansûr, Mecnun, Nemrud, Rüstem, Şeddad, Vâmık, Züleyhâ.
Bir meserretgâhdır âlemde misli az olur
Görse meddâhı olur Vâmık Söğütlü Köyü’ne
***
Nübüvvet gülleri Osman Ali’dir
Bu çâr-yâr velîler evvelidir
***
�O bir Îsâ bin-i Meryem anı Hakk eyledi tebcil
Zuhûr etdi ana İncîl beşikde hak sadâ geldi
***
Ol kadar mânend-i Rüstem serv-i kadler kâmetin
Kahr ile rû-ber-zemîn kânunu îcâd eyledin
Tasavvufî Unsurlar :
Klasik şiirimizin mazmunları içinde hatırı sayılır bir yere sahip olan tasavvufî unsurlar,
divanda bol miktarda kullanılmıştır. Bunlardan bazıları:
Ezel meyhânesinde bâde-i vahdet şerâb olmuş
Gönülde o şerâbın katreleri dürr-i nâb olmuş
Tecellîgâh-i Mevlâ’dır dil-i vîrâne-i uşşâk
Sivâ serâyını yıkmış harâb-ender harâb olmuş
Neredeyse her şiirinin satır aralarında gizli ya da açık tasavvufî unsurları serpiştiren
Muhammed Lütfi Efendi, bir gazelinde de müstakil olarak tasavvufu anlatmıştır:
Tasavvuf sâf-i dilden Hazreti Allah’a dönmektir
Tasavvuf ıstılâhâtı ile sanma öğünmektir, derken onun kuru bir bilgi yığınından ibaret
olmadığını, nazarîden amelîye geçildikçe bir kıymet ifade edeceğini söyler ve şöyle devam
eder.
Bu yolda ketm-i esrâr eylemek ağyârdan farzdır
Cehâlet perdesine zâhiren vallah bürünmektir
Sabîlere tezevvüc lezzetin söyleyen ahmaklar
Hakîkatde olup sârık zâhir sâdık görünmektir
Bu ifadelerle tasavvufun tanımını açık bir şekilde yaparken bazı şiirlerinde de avamdan
ziyade, bu saha ile meşgul olanların irfanına seslenir:
Nedir aşkın demi ey dil, gözü al kan olandan sor
Kebâbın zevkini cânâ ciğer-biryân olandan sor
Nedir sevdâ-yı sır sâkî gönülde işti’âl eyler
Mey-i vahdet içüp bezm-i elest reyyân olandan sor
�Nedir erbâb-ı diller şehsüvârdır râh-i ma’nâda
Girüp dilhâne küncinde görüp hayrân olandan sor
Bu eşyâ kim mezâhirdir nedir hikmeti zâhirdir
Vukûf-i ilm-i esmâ ma’nevî Lokmân olandan sor
Nedir ey Lutfî bu cûd-i vücudunda olan hikmet
‘Aref dershânesinde nâşir-i efkâr olandan sor
Mahallî Edebiyat / Şahıslar :
Hâce Muhammed Lütfi Efendi şiirlerinde mahallî unsurlara yer vermiştir. Divanının satır
aralarında gezenler şehrin mesire yerlerinden bin bir hatime(1), halktan kişilerden şehrin
yakın tarihine etki eden Ermeni zulmüne, kültürel yozlaşmadan kaynaklanan şikâyetlere
varana kadar Erzurum ve Erzurumlu’yu alâkadar eden motiflerle karşılaşır.
Cennet-i dünyâ desem lâyık Söğütlü köyüne
Etrâfında var mıdır fâik Söğütlü Köyü’ne
mısralarıyla ova köylerinden Söğütlü’yü metheden Muhammed Lütfi Efendi’nin; şehir
halkının sevip saydığı Hacı İbrahim Baba, Faruk Efendi, Maksud Efendi, Kırklar İmamı gibi
şahısların vefatları münasebetiyle yazdığı mersiyeler de divanında yer almıştır.
Mektupları :
Hâce Muhammed Lütfi Efendi’nin birçok beldede sevenleri vardı. Kendisi bunlara zaman
zaman mektuplar yazar, hal hatırlarını sorardı. Bununla da kalmayıp bu mektupları onların
irşat ve ikazında bir vesile olarak kullanırdı. Tasavvuf muhitlerinde Hasan Basrî’den bu yana
kabul gören, çevresindekileri mektup vesilesiyle ikaz etme usulü; Muhammed Lütfi Efendi’de
genellikle nasihat ve arz-ı muhabbet edâlı manzum mektuplar şeklinde göze çarpmaktadır. Bu
yüzden divanına “Hulâsatü’l-Hakâyık ve Mektubât” ismi verilmiştir.
Diyeceklerini manzum mektuplarla dile getiren şairimiz, zaman zaman bu şiirlerde,
muhataplarını ismen zikretmiştir:
Yûsuf seni ol Rabbü’l-enâm şâd ede her dem
Ol kân-ı kerem lütfede dil-şâd ede her dem
***
Hasan’ım ahsen-i hâli sorarsan sor sabâlardan
Gezer âlem-i eşyâyı alur dersi hevâlardan
�Tayyar seni Bârî Hudâ tayyâr ede cennetlere
Eltâfı ile gark ede her dü cihan ni’metlere
***
Dilerim her dem Hudâ’dan cân u dilden nûr-i dil
Ahmed-i muhtârına yâr eyleye Sâlih seni(2)
Bercesteler :
Muhammed Lütfi Efendi’nin divanının son bölümünde “ferdler” başlığı altında müstakil
mısra ve beyitlere yer verilmiştir:
Ey mîr-i zemân şübhe ne yerler seni yerler
***
Âdem oldur hak kelâmı duyduğunca şâd olur
Kendünün hakkında doğru sözlere dilşâd olur
***
Şiirlerinin geneline bakıldığında müstakil olarak kullanılabilecek özlü sözlere ve mısra-ı
bercestelere sıkça rastlanır. Onun bu mısraları, klasik şiirimizden yapılan alıntılarla tertip
edilen müntehebat kitaplarındaki seçmeleri aratmaz:
Ârif-i billah olan bir ferd ile etmez cedel
***
Bu derd meyhânesinde kimi gördün şâdumân olmuş
***
Derd ehlinin feryâdını merhamet-i Rahman sever
***
Dünyâ-yı denî dîde-i bî-dâre görünmez
***
Ehl-i derd derd ehline esrârı söyler söylese
***
Ehl-i dilin maksadı dildâr olur
***
Ey gönül kaddimi ham etti nidem firkat-i yâr
***
Ey mîr-i zaman devlet-i dünyaya güvenme
�***
Ey nûr-i basar dildeki dldâra nazar kıl
***
Ey şâh-ı zaman bir gün olur tahttan uçarsın
***
Ezel mestânesi sermest olur dâim çeker âhı
***
Garib bülbül haristân-ı belâdan âh u zâr eyler
***
Gülistân-ı muhabbet bülbülünden dersin al ey dil
***
Hasb-i hâlinden haber aldım garîbim gam değil
***
Haste dilânın derdine dermân eder Allah
***
Her dü-âlem murtefi’dir kıymeti âriflerin
***
Iyd odur cânan ile can hem-dem ola bir zemân
***
İhtiyârım hâricinde sevk eder sevdan beni
***
İslam’da şeref emn ü eman kalmadı gitti
***
Kesâfet perdesin kaldır gözünden seyret eşyâyı
***
Lisânu’l-gayb olan âşık sana sırrın nihân söyler
***
Lutf u kahrı yâd edince nâdimân ağlar güler
***
Muhabbet bir Süleyman’dır gönül taht-ı revân olmuş
�Öyle bir dîldâre bende ol ki olsun yâr-i gâr
***
Öyle bir dildâre dil ver eyleye dil-şâd seni
***
Pek güvenme dâr-ı dünyaya seni kabre güder
***
Perîşânı bugün cânâ perîşân olmayan bilmez
***
Seyr-i dildârını ârif dilde âhe söylemez
***
Seyr-i dildâr ister isen dilde râhı gizlidir
***
Sırr-ı tevhid seyridir bak mevc-i ummandan garaz
***
Tarîk-i müstakimi tâbi-i Kur’ân olandan sor
***
Yâ Rab kerem et derdime Lokmân’ımı gönder
***
Yâ Rab kerem et derdimi dermana yetişdir
***
Zevk-i dilden dûr olanlar şi’ri, ,inkâr eylemiş
Sonuç
Yirminci yüzyılda şiirleri divan geleneğinden izler taşıyan ve bu şiirin sanatlarını,
mazmunlarını eserlerinde ustalıkla kullanan şairlerimizden biri de Hâce Muhammed Lütfi
Efendi’dir. Onun şiirleri, bu yönüyle incelenmeye değer.
Dipnotlar :
(1)Bin bir Hatim: Erzurum’da yaklaşık olarak beş asırdır devam eden bir gelenektir. Bela ve
musibetlerin def’i için Pir Ali Baba adındaki zatın başlattığı bu âdet, Birinci Dünya Savaşı’nı
takiben uzun zaman sekteye uğramış, daha sonra Hâce Muhammed Lutfi Efendi’nin teşvik ve
talebi üzerine tekrar başlatılmıştır. Buna göre yılın belli bir gününde, önceden paylaştırılıp
tamamlanan hatimlerin duası yapılmaktadır.
�(2)Hânecizâde Sâlih Efendi ve Tayyar Baba’ya hitâben yazdığı gazeller, divanında yer
almamaktadır.
Kaynaklar :
-Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Prof. Dr. İskender Pala, Akçağ Yayınları
-Türk Edebiyatında Mazmunlar, Ahmet Talat Onay, TDV Yayınları
-Eşrefoğlu Rûmî Divanı
-Mir Hamza Nigârî Divanı
-Fuzûlî Dîvânı
-Dîvân-ı Es’ad Erbilî
-Edebiyat Lugatı, Tahirül Mevlevi, Enderun Kitabevi, Neşre Hazırlayan: Kemal Edip
Kükçüoğlu,İst.1973
-Eski Türk Edebiyatında Nazım Şekilleri ve Aruz, Haluk İpekten, Dergah Yayınları,1994
-Son Devir Din Âlimleri, Sadık Albayrak
-Mütevekkilzâde Hacı Ali Galip Efendi Divanı
-Erzurumlu Şâirler, Hasan Ali Kâsır, Dergâh Yayınları
-Hulâsatü’l-Hakâyık ve Mektûbât-ı Hâce Muhammed Lutfî, Alvarlı Efe Hazretleri İlim ve
Sosyal Hizmetler Vakfı Yayınları, Damla Yayınevi, İstanbul,1996
-Nazlı Niyazlar, Damla Yayınları
-Hâce Muhammed Lütfî; Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri; Hüseyin Kutlu, Damla Yayınları
-Alvarlı Efe Hazretleri, Ahmet Ersöz, Nil Yayınları, İzmir, 1991
-Erzurum’un Manevi Mimarları, M. Sıtkı Aras, Erzurum Kitaplığı, Dergâh Yayınları, 1996
-Alvarlı Efe Hazretleri, Murat Kaya, Yağmur Dergisi, Sayı 81, Kasım 2015
-Alvarlı Efe Hazretleri, Prof. Dr. Veysel Güllüce, Yeni Ümit, Yıl:20, Sayı 78, Mart 2007
�
Dublin Core
The Dublin Core metadata element set is common to all Omeka records, including items, files, and collections. For more information see, http://dublincore.org/documents/dces/.
Extent
The size or duration of the resource.
3598
Title
A name given to the resource
HÂCE MUHAMMED LUTFİ EFENDİ VE DİVANI, HULÂSATU’L-HAKÂYIK, MEKTÛBÂT-I HÂCE MUHAMMED LÜTFİ
Author
Author
ÖZUYGUN, Ali Rıza
Kezel, Murat
Abstract
A summary of the resource.
Özet Yirminci yüzyıla gelindiğinde divan şiirinin etkisi azalmıştır. Ancak asırlarca bu topraklarda şekillenen bu kültür; edebiyat sahasında hâkimiyetini kaybetse de günümüze gelene kadar çeşitli yollarla varlığını sürdürmüştür. Bu gelenekten beslenen ve şiirlerinde ona ait motifleri kullanan yirminci yüzyıl şairlerimizden biri de Alvarlı Hâce Muhammed Lutfi Efendi’dir. Onun şiirleri, Hulâsatu’l-Hakâyık ve Mektubât-ı Hâce Muhammed Lütfi adlı divanda toplanmıştır. Anahtar Kelimeler: Klasik Şiir Geleneği, Yirminci Yüzyılda Türk Şiiri ,Klasik şiirin yirminci yüzyıldaki yansımaları, Alvarlı Hâce Muhammed Lutfi Efendi Dîvânı Abstract When the time comes to twentieth century, the impact of collected poems is decreased. But for centuries, this culture which created its own properties survived till today even it has finished its influence in these lands in many ways. One of of our poets, Alvarli Hace Muhammed Lutfi is also one of the poets who lived in twentieth century and benefited from this tradition and the culture. He used the motives from that culture in his poems. His poems, collected in Hulâsatu’l-Hakâyık and Mektubât-ı Hâce Muhammed Lutfi Collection. Key Words: Classic Poem Tradition, Twentieth Century Turkish Poem, Reflections of Classic Poems in Twentieth Century, Alvarli Hace Muhammed Lutfi Collection
Date
A point or period of time associated with an event in the lifecycle of the resource
2016
Keywords
Keywords.
Conference or Workshop Item
PeerReviewed
PI Oriental languages and literatures